HOLOGRAFİK GERÇEKLİĞİMİZ

Yazdır Yazdır 

Suzanne Lie

1980’lerde, bilim gerçekliğimizin bir hologram olduğu teorisini desteklemeye başladı. (Holotropik Beyin’de Stanislaf Grof ve Holografik Evren’de Michael Talbot tarafından dökümante edilen) bilimsel araştırma beynimizin ve evrenin doğasının holografik olduğu sonucuna vardı. Başka deyişle, gerçeklik holografik bir projeksiyondur ve bizler holografik filmi alan, onu holografik beynimiz ile işleyen ve onu yaşam ekranımıza yansıtan projektörüz. Bu teorilere göre, üçüncü boyut yansıtılmış bir illüzyondur ve fiziksel gerçeklik sadece algılarımız vasıtası ile var olur.

Bir hologram yaratmak için, tek bir lazer ışın demeti iki ayrı ışın demetine bölünür. İlk ışın demeti kaydedilecek nesneden geri seker ve ikinci ışın demeti bir aynada kaydedilir ve ilk ışının yansımış ışığı ile çarpışmasına izin verilir. Sonra iki ışın demetinin etkileşimi holografik levha adı verilen bir film parçasına kaydedilir. Film işlendiği zaman, işlemden geçen film üçüncü bir lazer ışın demeti ile aydınlatılıncaya kadar anlamsız ışık girdabı ve karanlık çizgiler şeklinde görünür. O noktada, orijinal nesnenin üç boyutlu imgesi ortaya çıkar.

Netleştirmek için, hepimizin bir sinemada oturduğumuzu hayal edebiliriz. Bu benzetmede, holografik projeksiyon sinemanın arkasından önümüzdeki sinema ekranına aktığını gördüğümüz ışıklara çok benzerdir. Eğer ışığı yakalamak için ekran veya hatta duvar olmasaydı, film uzayda yolculuk yapan ışık akımları olarak kalırdı. Ayrıca, eğer bizler sinemada olmasaydık, filmi görmezdik. Yaşam ve bu benzetme arasındaki fark, bizlerin sadece sinemada oturan izleyiciler olmamamız, aynı zamanda projektör, sinemada akan ışık, ışığın üzerine yansıtıldığı ekran olmamızdır.

İster uyanık ister uykuda olalım, duyularımız gerçekliğimize yansıtılan ışığın girişim modellerini yakalar. Sonra, üçüncü boyutsal ve uzatılmış alıcılarımız, ışığın girişimlerini yaşam ekranımıza yansıtabilmemiz için, holografik beynimizdeki karmaşık filtreler ile ışığı çeker. Bunlar gerçekliğimizi yaratan resimler, sesler, duyumsalar ve kokular olarak ortaya çıkarlar. Deneyimlemeyi arzu ettiğimiz herhangi bir filmin (gerçekliğin) filmini (ışığı) seçerek, gerçekliğimizi seçebiliriz.

Ama, holografik beynimizin ışık girişim modellerini kabul edebilmesi, bunları gerçekliğimizin üçüncü boyutsal illüzyonlarına tercüme edebilmesi ve bunları üçüncü boyut yaşamımızın filmine yansıtabilmesi için, sinemada bulunmalıyız (algılarımızı açmalıyız). Bu filmi deneyimlemek için, uygun sensörlerimiz ile görmek, işitmek, koklamak, dokunmak ve tadına bakmak için ve bu nöral bilgiyi holografik beynimizin evrensel tercümanı vasıtası ile çalıştırmak için sinemada olmak zorundayız.

Dahası, aynı yaşam ekranının (film) tercümesi, her bireysel holografik beyin ile, o kişinin benzer nöral bilgisinin geçmişine göre farklı olur. Örneğin, eğer Los Angeles, Kaliforniya’da yaşıyorsak, muhtemelen buzun holografik yansımasını buz kalıpları olarak deneyimleriz; bir Inuit (Eskimo) buzu ev olarak düşünebilir. Algıladığımız zamandaki bilinç halimiz de aynı filmin (olayın) kişisel tercümesini dikte eder.

Örneğin, eğer bilincimiz başlıca Beta beyin dalgaları ise, o zaman buzu içeceğimizi soğutmak için kullanabileceğimiz bir şey olarak düşünebiliriz; eğer bilincimiz Alfa beyin dalgalarına genişlemiş ise, buz bize bir zamanlar gördüğümüz buz heykeli veya en son buzda paten yapmaya gittiğimiz zamanı hatırlatabilir. Teta beyin dalgalarında, buz donmuş suyu/duyguları belirtebilir veya bize eriyen buzulların risklerini ve gezegensel ekosistemdeki etkisini hatırlatabilir. Her iki şekilde de, eğer dikkatimizin merceklerini ekrana odaklamayı seçmezsek, buzu algılamayız bile. Başka deyişle, algılamayı seçtiğimiz gerçeklik yaşadığımız gerçekliktir.

Hafızamız da holografiktir ve holografik beynimizde her yerde oturur. Dahası, hafızamızın her bölümü, hafızamızın diğer her bölümü ile ilişkilidir ve birbirine dolanmıştır. Biz gerçekte tüm evren ile birleşiğiz, ama sadece algı filtremizden geçebilen ve holografik beynimize girebilen gerçeklik frekansını algılayabiliyoruz. Eğer bilincimiz Beta beyin dalgaları ile sınırlı ise, algı filtremiz üçüncü boyut ile sınırlıdır ve sadece üçüncü boyut duyularımızın frekansı ile rezonansa giren holografik ışığı yakalayabiliriz. Diğer taraftan, bilincimiz (algı filtremiz) genişlemiş ise, girişim ışık modellerinin daha geniş spektrumunu yakalayabiliriz.

Açılan üçüncü gözümüzün genişlemiş bilinci ile, filtremizi atom altı, kuantum dünyadan beşinci boyut ve ötesine değişen yelpazede ışık modellerini yakalamaya yetecek kadar genişletiriz. Bu algısal filtre ile, ışığın birbirine bağlanan ve üst üste binen atom altı parçacıklarını görebilirken, tüm yansıtılmış ışığın, tüm projektörlerin ve tüm gerçekliklerin BİR olduğunu kavrarız.

Bu şekilde, algılamak için eğitildiğimiz üçüncü boyut gerçekliğini yaratmak için algısal filtremizi daraltmadıkça, hiç bir şeyin ve hiç kimsenin ayrı olmadığını derin bir şekilde anlayabiliriz. Beta beyin dalgaları birinci, ikinci, dördüncü ve beşinci boyutsal ışığı filtreler (ayırıp kenara koyar), ama Alfa, Teta, Delta beyin dalgalarımızı daha fazla kullandıkça, algılarımız ve gerçekliğimiz genişler.

GENİŞLEYEN ALGILAR

RENK ARALIĞI           DEĞERLER (NM)                 DEĞERLER (HZ)

Ultraviyole                                380 – 280                   179.51 – 243.61

Mor                                           430 – 390                   158.13 – 174.90

Mavi                                         480 – 460                   142.11 – 148.29

Yeşil                                          530 – 490                   128.70 – 139.21

Sarı                                           580 – 550                   117.61 – 124.02

Turuncu                                  640 – 590                   106.58 – 115.61

Kırmızı                                   750 – 650                     90.95 – 104. 94

Kızıl ötesi                             1000 – 751                    68.21 – 90.83

Genişlemiş beyin dalgalarımız ile, bir zamanlar beynimizin algılama ve işleme yeteneğinin ötesinde olan algılarımıza erişime sahip oluruz. Üçüncü boyutsal Beta Bilincimiz uzun zamandır 90 – 174 cps (saniyedeki dönüş sayısı) dar aralığı ile sınırlı. Bu aralık ölçülebilir ışık ve sesin çok küçük bir yüzdesidir, modern teknoloji ile henüz ölçülemeyen ışık ve sesten söz etmiyoruz bile.

Üçüncü gözümüzü açarken ve kademeli olarak daha önce uykuda olan beyin dalgalarına erişme yeteneğimizi yeniden kazanırken, algılarımız genişler ve ışık ve sesin hem yüksek hem de düşük frekanslarını bilinçli olarak algılayabiliriz. O zaman yaşam deneyimimizi yaratmak için seçebileceğimiz sayısız olası gerçekliklere sahip oluruz. Bu algı seçimine kenetlenme, dolanma adı veriliyor.

KENETLENME (DOLANMA)

Bir diyapozona vurduğumuz zaman, belirli bir frekansta titreşir. İkinci bir diyapozonu, birincisine yakın tuttuğumuz zaman, o da aynı frekansta titreşir. Başka deyişle, birinci diyapozon ikincisine kenetlenir, dolanır. Kenetlenme/dolanma çekme veya içine çekme anlamına gelen “sürükleme, alıp götürme” fiili ile ilişkili isimdir. Bir başka örnek olarak, eğer duvarda bir çok sarkaçlı saat varsa ve düzensiz bir şekilde tüm sarkaçları farklı hızlarda sallarsak, zamanla tüm sarkaçlar tekrar senkronize hale gelir. Kenetlenmeye, dolanmaya ulaşırlar.

Beyin dalgalarımız kademeli olarak içsel ve/veya dışsal uyarıcılarımızın ritmik modelini veya frekansını taklit etmeye başladığı zaman, beyin dalgası kenetlenmesi, dolanması gerçekleşir. Beyin dalgalarımızı kenetlemek için neredeyse her frekans uyarıcısı kullanılabilir – ses, ışık, dokunma veya beynin fiziksel ve/veya genişlemiş duyuları ile algılayabildiği her şey. Hipnoz ve sonuç olarak oluşan Alfa veya Teta beyin dalgaları, zihnimizi içsel süreçlere kenetlemek için yavaş nefeslere odaklanarak başlar.

Aslında, her anda beynimiz (hem biyolojik ritimler hem de beyin dalgaları) içsel ve dışsal çevremiz tarafından kenetlenir, sürüklenir. Eğer açık, güneşli bir günde güzel bir kırsal bölgede yürüyorsak, muhtemelen sakinleşiriz ve beyin dalgalarımız Alfa beyin dalgalarına kenetlenir. Diğer taraftan, eğer trafiğe takıldıysak, biyolojik sistemlerimiz rahatsız olur ve beyin dalgalarımız Beta beyin dalgalarına kenetlenir.

Elbette, içsel dünyamızın bu olayların her ikisinde büyük etkisi vardır. Eğer yılanlardan ölümüne korkuyorsak ve kırsal bölgede yürürken her adımda yılan arıyorsak, sistemimiz rahatsız olur ve beyin dalgalarımız Beta beyin dalgalarına kenetlenir. Tersine, trafiğe takılı kaldığımız zaman, eğer sakince kendimize her şeyin iyi olduğunu söylersek, gevşetici müzik çalarsak ve araba kullanıyorken yalnız başımıza zaman geçirmenin keyfini çıkarmaya karar verirsek, sistemimiz sakinleşir ve Alfa beyin dalgalarına kenetleniriz.

BEKLENTİ VE KENETLENME

Her durumu içsel zihinsel ve duygusal işlemden geçirmemizin bedenimizin tepkisi ile çok fazla ilgisi vardır. Başka deyişle, bedenimiz kendisini düşüncelerimize ve duygularımıza kenetler. İçsel dünyamız ayrıca dışsal algılarımız için beklentiler oluşturur. Örneğin, eğer ormanda yürürken kendimize kuşları göreceğimizi söylersek, beklentimiz kuşları görmek olacaktır. Bu nedenle, bilinçli veya bilinçsiz olarak kuşları arayıp buluruz. Tersine, eğer kendimize çöpleri göreceğimizi söylersek, aynı süreç gerçekleşir ve çöp buluruz.

Eğer Doğa Anayı temizlemek için çöp buluyorsak, muhtemelen iyi hissederiz ve bilincimiz Alfa beyin dalgalarına kenetlenir. Ama, eğer ormanda ayağımızı yere çarparsak, insanlığın pasaklı doğasına kızgın yorumlar yaparız, kesinlikle stres yaşarız ve Beta beyin dalgalarına kenetleniriz. Ağaçlara bakarken ve kuşların seslerini dinlerken, kuşları bulmak sakinleştirici bir aktivitedir. Ama, eğer hiç kuş bulamadığımız için hayal kırıklığı yaşarsak, trafikte araba kullanırken olduğu gibi aynı Beta beyin dalgası bilincine sürükleniriz.

Diğer taraftan, eğer oturup zihnimizi sakinleştirebilirsek ve bilincimizi Doğa Ananın rezonansına kenetlemek için meditatif transa girebilirsek, Alfa veya hatta Teta beyin dalgalarına gireriz. Bu noktada, eğer yüksek boyutları görmeyi ummayı seçersek, her çiçeği ve bitkiyi besleyen Perileri, yakındaki ağaçtaki Deva’yı ve Melekleri, Elohim’i ve yüksek boyutlardan gerçekliğimizi gözleyen diğer yüksek boyutlu varlıkları görmek için algılarımızı genişletebiliriz.

Bu örneklerden görebileceğimiz gibi, beklentilerimiz, düşüncelerimiz ve hislerimiz algılamayı ve deneyimlemeyi seçtiğimiz gerçekliği yaratır. Beklentilerimiz büyük ölçüde çekirdek inançlarımız tarafından belirlenir. Eğer gerçekliğin sadece beş fiziksel duyumuz ile deneyimleyebileceğimiz şey olduğuna inanırsak, o zaman üçüncü boyut seçmek zorunda olduğumuz tek gerçeklik olur. Diğer taraftan, eğer üçüncü boyut içinde veya üzerinde gizli bir çok başka boyutsal gerçeklikler olduğuna inanırsak, onları görmeyi umabiliriz. Bu diğer gerçekliklerin beklentisi, diğer boyutsal gerçeklikleri algılamak için som derece yüksek ve/veya son derece düşük beyin dalgalarımızı aktive etmek için bedensel sistemlerimize kenetlenir. Yine, algılamayı seçtiğimiz gerçeklik, yaşamayı seçtiğimiz gerçekliktir.

Çokboyutlu gerçekliği görme beklentisi bilincimizi çokboyutlu bilincimizin genişlemiş algılarına kenetler. Ama, üçüncü boyut Dünyasında o kadar uzun süre yaşadık ki, beden Devamız, kişisel form tutucumuz sadece üçüncü boyuttan gelen uyarıyı algılamayı umuyor. Ancak, eğer sıradan hayatımız ile birbirine geçmiş yüksek boyutları bulmayı ummayı hatırlayabilirsek, bilincimizi o algıya izin veren beyin dalgası modellerine kenetleriz. Örneğin, bilincimizi Gaia’nın perspektifine kenetleyebiliriz.

(Çeviri: Saffet Güler)