- Koşulsuz Sevgi - https://www.kosulsuz-sevgi.com -

İNSAN BEDENİ; MADDENİN YAPISI, PO ENERJİSİ

Igor Mikhailovic Danilov

 – “İnsan bedeni nedir?”

“İnsan bedeni, ayrıca tüm diğer madde sadece boşluktur. Bu, Tanrının düşüncesi ile yaratılan bir illüzyondur.”

– “Boşluk olduğumuz için bu ağacın ve benim temel olarak özdeş olduğumuzu mu söylemek istiyorsun?”

“Temelde, evet. Senin madden, aynı zamanda ağacın maddesi tek ve aynı başlangıç enerjisi tarafından üretilir, ama farklı dalga hallerine modifiye edilir ve dönüştürülür. Bu nedenle materyal özelliklerde fark vardır. İnsan bedeni nelerden oluşur? Bildiğiniz gibi, beden organlar sisteminden oluşur, organlar dokulardan, dokular hücre gruplarından oluşur. Hücre temel kimyasal elementlerden oluşur. Ve bedenin en büyük bölümü, yaklaşık %98’i oksijen, karbon, azot ve hidrojenden ve %2 si diğer kimyasal elementlerden oluşur.

O zaman, kimyasal elementlerimiz nedir? Bir hücreyi oluşturan ve kendi biyofiziksel yasalarına göre var olan moleküllerdir. Moleküllerin etrafında boşluk olduğunu not edin. Daha derine gidelim. Moleküller atomlardan oluşur ve bunların aralarında yine boşluk vardır. Atomlar çekirdek ve onların etrafında dönen elektronlardan oluşur ve aralarında boşluk vardır. Atomun çekirdeği yine temel parçacıklardan oluşur – protonlar ve nötronlar – aralarında aynı boşluk vardır. Kimyasal bir elementin varyasyonlarının atom çekirdeğindeki nötronların sayısında farklılaştığını not edelim, ki bu izotopluğun özelliğidir. Atomun çekirdeğini oluşturan protonlar ve nötronlar da daha küçük parçacıklardan oluşur. Fizikçiler sonraki adımı attıkları her seferinde, onlara bilginin yeni bir seviyesi açılır. Basitçe, insan mikroskobu mükemmelleştirdiği kadar, mikrokozmosun doğasını o kadar çok öğrendi. Neyin neye bölündüğünü numaralandırarak devam etmeyeceğim, ama sonunda, bölünme her şeyin doğduğu mutlak boşluğa kadar gelir. O her yerde mevcuttur, hem mikrokozmosta hem de makrokozmosta. Bu, ‘Po’ adı verilen saf enerjidir, enerjilerin her türünün etkileşiminin bütünleşmiş alanını oluşturur ve bu nedenle, ondan maddenin varyasyonları ortaya çıkar. Tanrının her yerde var olduğunun söylenmesinin nedeni budur. Materyal uzay ve zamanın eğriliğini değiştiren dalgaları üreten Po enerjisinin titreşimidir. Yani, özünün derinlerinde, tüm madde dalgaların belirli türünün setidir ve dalga doğasının yasalarına göre var olur.

Maddenin büyük boşluğun – ‘Dao’ – üretimi olduğu gerçeği dört bin yıl önce Hint filozofları tarafından ve 2,5 bin yıl önce Çinli bilgeler tarafından biliniyordu. Sadece onların eserlerini okuyun. Onlar mutlak boşluğu rüzgarın yokluğunda bir gölün düzgün yüzeyi şeklinde gözlerinde canlandırdılar. Boşluktan ortaya çıkan madde parçacığı, rüzgarın neden olduğu gölün düzgün yüzeyindeki dalgacıkların meydana gelmesi ile karşılaştırılır.

– ” O zaman rüzgar nedir?”

“Bu durumda ‘rüzgar’ ilahi özdür, Tanrının düşüncesidir, ki bu düşünce ile her şeyi yaratır ve yok eder. Ve bu görkemli gücün parçası, ilksel Po enerjisini kontrol edebilen ruhumuzdur. Bundan dolayı, eğer insan bilinci ile ruhunu tanırsa ve onunla tek bir bütüne birleşirse, yetenekleri ve bilgisi sınırsız olur.

– “Öyleyse, bu, dünyanın illüzyondan başka bir şey olmadığı anlamına geliyor?”

“Bu doğru”.

– “O zaman neden her şeyi o kadar gerçekçi şekilde hissedebiliyoruz, dokunabiliyoruz, tadabiliyoruz, yani beş duyumuzu kullanarak kendimizi inandırıyoruz, örneğin bu sopa bir sopa, boşluk veya illüzyon değil.”

“Çünkü beynimiz doğuştan bu gerçekliğin algısının frekansına uyumlu. Ama bu, onun yeteneklerinin bu frekansa sınırlı olduğu anlamına gelmiyor. Onun içinde farklı programlar gömülüdür. Ve eğer algı frekansını değiştirirsek, etrafımızdaki bütün dünya da değişir.”

– “Bu nasıl oluyor?”

“Çok basit. Beynimizin ne olduğunu inceleyelim. Temelde, merkezi sinir sistemi, karşılık gelen frekans karakteristikleri ile çeşitli aralıklarda dalgaları aktarmak ve almak için özel bir ‘cihaz’dır. Bildiğiniz gibi, beynin yapısal – fonksiyonel organizasyonunun ana elementleri nöronlar ve gliyal hücrelerdir, bunlardan merkezi sinir sistemi yapılır. Nöron onu başka hücrelerden ayırt etme yeteneğine sahiptir.

Faaliyet potansiyeli üretebilir ve bunu büyük mesafelere aktarabilir. Bu özel hücre bir çok halleri olan karmaşık bir cihazı temsil eder (dinlenme ve bir sayıda çeşitli frekanslarda uyarılma halleri), ki bu esasen onun bilgi kapasitesini artırır. Uyarıcı ile ilgili bilgi, sinir hücresi tarafından kısa bir zaman aralığında ortalaması alınmış, faaliyetlerin potansiyellerinin frekansı şeklinde kodlanır. Bu nedenle, bir bütün olarak beynimizin çalışması frekansın ‘dil’ olduğu bilgi yönetim cihazının çalışmasıdır. Bundan dolayı, psişenin bilinçli ve bilinçaltı süreçleri nöronların tahliye frekansı seviyesinde gerçekleşir. Bilincin durumu değiştiğinde, örneğin meditasyonlar ve spiritüel uygulamalar sırasında, titreşimlerin frekansı değişir, ki bu bedenin moleküler yapısında değişikliklere neden olur. Yani, insan gerçekliğin tamamen farklı bir frekansına uyumlanır ve sonuç olarak bu dünyayı sadece en düşük illüzyon olarak algılar…

“Maddeye yapışıp kalmış bir insan, düşüncelerin materyal dünyasında bir çok saplantısı olan bir insan algısında çok sınırlıdır. Beyni vasıtası ile etrafındaki dünya hakkında bilgi alır, doğumundan bu yana beyni hayvan doğasına özgü olan algının belirli frekansına sahiptir. Bundan dolayı, herhangi başka hayvan beyni gibi, bu beyin kendi duyusal organları vasıtası ile bilgiyi algılar. Ve insan elektromanyetik titreşimlerin, çeşitli türde ve parametrelerde frekansların bütün okyanusu ile çevrilmiş olsa da, tüm bu çeşitliliğin sadece minik bir parçasını algılar. Ana bilgi görsel kanalı vasıtası ile, görülebilir kısım ile gelir, ki bu 400 – 700 nanometre uzunluğa sahip olan elektromanyetik dalgalardır. Bu spektrumun dışında bulunan her şeyi, insan görmez. Bu nedenle, bu aralığın dışındaki gerçeklik beyninde herhangi bir yansıma bulmaz. Ses için de aynısıdır, insan 20 hertz den 18 kilohertz’e kadar olan aralığı işitir.

“Neden meditasyonlar ve spiritüel uygulamalar her zaman insanlığa verilmekte ve neden hiç gizli olmadılar? Çünkü bunlar insanlara tamamen farklı bir dünyayı, Tanrının dünyasını açtılar ve sonuç olarak, ruhun olgunlaşmasında yeni bir yönü açtılar.

“Bu nedenle insan çok ilginç bir yaratıktır. Hayvan olarak doğar, ama yaşamının gidişatında düşünce gücü onu Tanrıya yakın olan bir Varlığa dönüştürebilir. Ve en şaşırtıcı şey, bireysel gelişiminde ona seçim özgürlüğü verilmesidir… Düşünce gücü gerçekten Tanrının eşsiz yaratımıdır. Sanskritçede yazılmış kadim bir ifade vardır:  

‘Tanrı minerallerde uyur,

Bitkilerde uyanır,

Hayvanlarda yürür,

Ve insanda düşünür.’

– “Sinir impalsı yaratımının kök nedeni nedir, yani düşüncenin doğmasının?”

“Aynı Po enerjisi. Orijinal impalsa neden olan tam olarak budur.”

– “Ama eğer Po enerjisi ilahi enerji ise ve aynı zamanda, ortaya çıkan tüm düşüncelerin nedeni ise, o zaman hayvan doğasından gelen kötü düşünceler nedir?”

“Bu düşüncelerin tek kökü olduğunu kim söyledi? Hayvan doğasından kaynaklanan düşüncelerin doğması Tanrının en inançlı ve adanmış hizmetkarı Lucifer tarafından yönetilir. Bu düşüncelerden dolayı, o sizi gerçek inancınızın çeşitli sınavlarına iter. İyiyi öğrenmeniz için sizi kötü olana baştan çıkarır. Ama seçiminizde özgürsünüz, bir kez daha vurguluyorum, özgürsünüz! Bu düşünceleri eyleme çağrı olarak görebilirsiniz veya onları reddebilirsiniz ve ruhunuzdan gelen iyi düşüncelere dönebilirsiniz. Yani, ne tür düşünceleri kucaklıyorsanız, gözlemci bilinciniz neyi seçiyorsa, siz gerçekte osunuz.”

– “Ruh nedir? O da enerji mi?”

“Evet. O ilahi enerjidir, kendimizdeki Tanrının parçasıdır. En önemli şey, tüm bu reenkarnasyonlara sahip olmamızın nedeni, kötü şeylerin olmasının nedeni, problemlere sahip olmamızın neden, %99,9 ona bağlı olduğumuz materyal bir bedende olmamızdır. Ama eğer kendimizi bundan özgürleştirirsek, yüzde birini bile, ve ruha dalarsak, sonsuzluğu ve her şeye gücü yetmeyi elde ederiz. En önemli şey, ruhumuzun ‘kapısında’ ki içsel Muhafızı yarıp geçmektir. Çünkü her şeyi yaratan ve Po enerjisine hükmedebilen gerçek güç, Sevginin gücü tam olarak ruhta saklıdır. Tüm ana enerjiler buna dayanır, çünkü gerçek dünyada sadece Sevgi var olur. Kötülük, olgun olmayan ruhun gelişimi için sadece hayali insan dünyasında var olur. Bundan dolayı, dalgalanmaların değişkenliği yerine, Sevginin ve iyiliğin enerjisinin sabit frekansını üretmek çok önemlidir.”

-” Öyleyse, insan, bütününde dalga doğasının bir yaratığı.”

“Kesinlikle doğru, hem spiritüel olarak hem fiziksel olarak.

-” Fiziksel olarak ile neyi kastediyorsun?”

“İnsan bedeninde, sinir, kan ve endokrin sistemleri ile birlikte fizyolojik süreçleri koordine eden bir bilgi ağı vardır. İnsana dalga kılavuzları nüfuz ede, ki bunlarla mikrodalga bandında biyo radyasyonun yardımıyla önemli bilgiler aktarılır. Tüm bunlar doğal olarak Yerkürenin manyetik alanı ile, kozmik ışınlar ile vs etkileşir.. Ama olay şu ki bedenin bilgisel fonksiyonu sadece zayıf alanlar tarafından gerçekleştirilir. Aksi taktirde, hücrelerde kendini koruma mekanizması tetiklenir ve bilgi algılamayı durdururlar.”

– “Bedenimizin doğasında hangi alanlar var?”

“Onlardan bol miktarda var. Örneğin, çeşitli spektrumların elektromanyetik radyasyonu, elektrik alanı, manyetik alan… Akustik radyasyon, yani bedenden gelen çeşitli sesler. Şartlı olarak kimyasal alan denilebilecek kimyasal salgılar ve bir çok diğerleri, şimdi sıralamanın bir anlamı yok.”

– “Soruyorum, çünkü yakın zamanlarda Dünyada kehanet sanatı hakkında bir kitap okudum. Buna geomancy deniyor. Kısaca, kadim Hindistan, Çin, Mısır’da uygulanıyordu. İnsanın ondan gelecek hakkında bilgi çekebileceği belirli bir alanın olduğundan söz ediliyor. Kadim kahinlerin bu bilgileri almak için özel bir hale girdilerini söylüyorlar.”

“Gerçekten öyle. Bu alan hala var ve bilgisi geçmişte kullanıldığı gibi hala kullanılıyor. İnsanın bu bilinç haline erişmesini sağlayan belirli teknikler var. Ama yorucu beyin çalışması ile uğraşan sıradan insanlar da bu bilinç haline kendiliğinden girmeye yeteneğine sahipler, kural olarak, ya uyurken ya da beyinleri dışarıdan gelen düşünceler kapalı iken derin konsantrasyon halinde… Verilen bilgi sadece geçmiş veya şimdi ile, ayrıca müspet bilimler ile ilgilidir. Geleceğe gelince, örneğin, bir bütün olarak insanlığın geleceği veya herhangi bireysel insanın geleceği, bu değişkendir, çünkü gelecek insanların bireysel veya kollektif seçimine bağlıdır.”  

– “Bu nasıl?”

“Çok basit. Eğer, örneğin, insan içsel olarak değişirse, o zaman, seçimine bağlı olarak tüm yaşamı o noktadan itibaren ve gelecekte değişir. Bunlar doğanın yasalarıdır. Çünkü algının frekansındaki değişim insanı tamamıyla yeni bir dalgaya, yani başka bir gerçekliğe uyumlar. Aynı şey bir bütün olarak insanlığa uygulanır. Eğer insanlığın hayata karşı tutumu, spiritüel ile hayvan doğası arasındaki denge değişirse, o zaman buna karşılık olarak, enerjinin genel frekansı değişir ve bu nedenle geleceği de değişir. Hem bir insan hem de bir bütün olarak insanlık, kişisel seçimlerle olası geleceklerini günlük temelde önceden belirler.

– “O zaman kahinler geleceği nasıl tahmin ediyorlar?”

“Eğer fark ettiysen, büyük kahinler kehanetlerini şifreli olarak yaparlar, çifte anlam ile. Onların çoğu hatalıydı, çoğu önemli olaylardan söz etmedi, çünkü gelecek değiştirilebilirdir ve olasılıkların çokluğunda zaman ve uzayda var olur. Kahinler belirli bilgiyi taşıyan dalganın frekansına uyumlanabiliyorlardı. Ama sadece nüfuz edebildikleri o gerçeklikten gelen verileri elde ettiler.

– “Ya bireysel kehanetler?”

“Birey için kehanetler onun bilincinin o anda bulunduğu dalgaya dayanır. Ve eğer insan içinde radikal şekilde değişmezse, bunlar bu dalgada programlandığı gibi gerçekleşirler.”

– “Bu arada, Titanik hakkında. Orada her şey net değil. Titanik’te firavun Amenhotep’in saltanatı sırasında yaşamış olan Mısırlı bir rahibenin ve kahinenin iyi korunmuş bedeni olan bir lahitin bulunduğunu okudum. Mumyanın ölümcül olduğunu söylüyorlar. 1895’te kazılıp çıkarıldı ve 1896 ile 1900 arasında kazıya katılan herkes öldü. Sadece projeyi yöneten Lord Canterville hayatta kaldı. Titanik’te bu mumyaya eşlik eden Lord idi, kahinenin bedenini Los Angeles’ta arkeolojik bulgular sergisinde sergilemeyi planlıyordu. En ilginç olan şey, yolcuların ona bakmaları için daha elverişli olması için mumyanın ambara değil, kaptan köprüsüne yakın bir kabine yerleştirilmesi. Ve daha sonra, resmi soruşturmada, buzul ile çarpışmanın nedeni ‘kötü navigasyon’ olarak adlandırıldı. Bu tür tesadüflere ne diyorsun?”

“Bu hiç bir şey. En şaşırtıcı gerçek, insanların kaza gerçekleşmeden on altı yıl önce Titanik kazası hakkında uyarılmaları idi. Morgan Robertson’ın kitabı ‘Faydasızlık’ 1896’da İngiltere’de yayınlandı. Bu kitapta, Titan ismiyle çok büyük bir buharlı yolcu gemisinin kazası ayrıntılı olarak tanımlanıyordu. Zamanı, yeri ve kazanın nedenini eksiksiz olarak belirtiyordu, yani 1912’de, Atlantik Okyanusunda, İngiltere’den Amerika’ya giderken, soğuk bir Nisan gecesinde, gemi çok büyük bir buzulla çarpışır ve insanlar ölür. Dahası, Robertson yolcuların tam sayısını bile verir – iki bin kişi – bu Titanik’teki sayıya karşılık geliyor. Ayrıca geminin tüm parametrelerini ve karakteristiklerini de sıraladı, ki bunlarda Titanik’in karakteristikleri ile tutarlı. Sadece önemsiz farklılıklar vardı. Örneğin, geminin uzunluğunu 243 metre olarak tanımladı ve Titanik 268 metre uzunluğunda idi. Kitapta çarpışma anında hız 25 knot idi ve gerçeklikte 22 knot idi. Tüm diğer ayrıntılar, dört boru, üç pervane vs, her şey kehanet edildi. Eğer insanlar sadece biraz akıllı olsalardı, bir çok insan ölmeyecekti.”

– “Evet, bu kehaneti okuduğumu hatırlıyorum. Ama o bilim kurgu yazarı idi ve ek olarak hiç kimse onu tanımıyordu ve kitabı tekrar yayınlanmadı. İnsanlar nasıl bilebilirdi? Eğer bunu bir gün gerçekten olabilecek şeylerin kehaneti olarak yazmış olsaydı, insanların buna dikkat göstereceklerini düşünüyorum. Ama romanına bilim kurgu dedi.”

“Görüyorsun, olay bu. Bir insan saf bilgiyi alıyor. Ama kendisini aptalların engizisyonundan saklamak için, bu kitaplara bilim kurgu diyor. Bu zeki insanlar için bilim kurgu idi, bunu anlayabilenler için. Olaylar gerçekleştikten sonra, herkes bunu anlamaya başlar. Ama akıllı bir insan o zaman bile anlayabilirdi ve ‘bilim kurgu’ denilen şeyden gerçeğin bir tohumunu alabilirdi.

– “Basitçe söylersek, akıllı bir insan bu kitabı okuyunca Titanik’te asla bilet almazdı demek istiyorsun.”

“Kesinlikle doğru.. Ve sadece bu kitap ile ilgili değil. Sadece bilim kurguyu oku. Tüm bilim kurgu yetişkinler için zeki bilim kurguya ve masallara bölünmüştür, ama buna masal demek utandırıcı olduğu için, ‘bilim kurgu’ yazıyorlar. Zeki bilim kurgunun yazarları bilgiyi çeşitli gerçekliklerin zaman seviyelerinden indirirler. Belirli dalga koşullarının doğru kombinasyonu ile gerçekleşebilecek geleceği indirirler. Yani, bilgiyi alırlar ve onu tanımlarlar. Bu da bu kitabı okuyan zeki bir insanı gelecek olaylar için psikolojik olarak hazırlar. Bu çokboyutlu düşünmenin yeteneklerini oluşturur, yaşamın hızla değişen koşullarında kendilerini yönlendirmelerini sağlar. Tüm bunlar sadece insanın adaptasyon aralığını genişletmez, aynı zamanda bilincini onu çevreleyen dünyanın algısında niteliksel olarak yeni bir sıçramaya hazırlar, ama ayrıca insanın kendisinin içsel değişimi için ön koşulları yaratır, basitçe söylersek ‘yeni gerçekliğin’ başka bir dalgasına geçiş için.

Görüyorsun, insan bir kitabı okuduğu zaman, sanki o kitabın dünyasında imiş gibi yaşamaya başlar, yan,, kendisini yazar ile algının aynı frekansına uyumlamaya başlar. Ve burada okuyucu şaşırtıcı bir fenomen ile karşılaşabilir, beyin aktivitesinin olağandışı hızlanması. Buna ne isterseniz deyin: fikirler üretmek, bilinçaltının içgörüsü veya dilediğiniz başka bir şey. Ama bu gerçekte hafızamızın kaydettiği kitabın algısının karşılık gelen frekansına kısa vadeli geçiştir. O zaman mevcut kişisel bilgi ve deneyim temelinde karşılık gelen fikirler doğar. Kendilerini ve etraflarındaki dünyayı anlamayı arzu eden bir çok yetenekli bilim adamının, politikacının ve sıradan insanın tam olarak bilim kurgu dahil kitaplardan, hayata geçirilmemiş gerçekliklerin bu eşsiz veri tabanından fikirler ve gelecek keşifleri almalarının nedeni budur.

Bu herhangi bir formda ve herhangi bir zamanda hafızada ‘ortaya çıkabilir’ – tam okuma anında veya rüyada ya da daha sonra….”

– “Kehanet rüyaları olup olmadığını merak ediyorum. Yoksa bu sadece gelecek olayları tahmin etme yoluyla psişenin işi mi?”

“Kehanet rüyaları kesinlikle var. Eğer bir insan yeterli kişisel spiritüel güce sahip ise veya eğer birine Sevginin kuvvetiyle bağlı ise, onun beyni gelecek olaylar ile çakışan o frekansa kendiliğinden adapte olabilir. O zaman rüyada bu veriyi alır, direkt olarak, analizi devreden çıkararak. Ama daha sonra, bu veriyi aktararak, psişesi bilginin direkt işlenmesine katılır. Olayları kendi saf hallerinde değil de, duygularımızın, deneyimlerimizin, eski izlenimlerin, imgelerin temelinde kendi yorumlanmış versiyonunda görebilmemizin nedeni budur.”

(Çeviri: Saffet Güler)