SESİN BİLİMİ – Gerçekte Kozmik Bir Enstruman Olduğunuzun Kanıtı

Yazdır Yazdır 

“Müzik insanlığın evrensel dilidir.” ~ Henry Wadsworth Longfellow

Kozmolojik evrenin kadim anlayışı, işitilemez müziğin göklerimizdeki cennetsel gövdelerin pozisyonunu hesapladığını ileri sürüyor. Mükemmel uyumuyla, Mars, Neptün, Uranüs ve tüm diğer gezegenler mükemmel şekilde yerlerinde tutuluyor; her bir gezegenin armonik oranı birbirlerine nasıl tepki verdiklerini ve dünya gezegenindeki tüm yaşamı, ayrıca galakside başka yerlerdeki duyarlı yaşamı nasıl etkilediğini belirliyor. Kadim insanlar kozmik uyumun aydınlanma hali olduğunu anlıyorlar. Egosal doğa veya sahte benlik iyileştirilmediği zaman uyumsuzluk olur ve yaşamlarımızın ‘şovunu’ idare eder.

Ancak tam kavrayışın senfonisi Beethoven, Mozart veya Sibelius’un şimdiye kadar yazdıklarından daha tatlıdır. Gerçekte, Bilge Ramakrishna Paramahansa’ya göre Tanrı – bilinci cinsel deneyimden 10 milyon kat daha keyiflidir. Vahşi canavarı sakinleştiren müzik bazı yaratıklar için metafor değildir, bedenlerimiz ve zihinlerimiz uyum içinde olduğu zaman yatışan içimizdeki canavardır.

“Müzik insan doğasının onsuz yapamadığı bir tür haz üretir” Konfüçyüs.

Pisagor tarafından ‘iyinin dereceleri’ olarak kavramsallaştırılan, ya Tanrının iradesine, söylenildiği gibi Kürelerin Müziğine evrimleşebiliriz ya da müziğin çarpıtıldığı sadece ses kakafonisi olan kötü veya ego haline gerileyebiliriz. Bedenlerimiz aynen gezegenlerin işlediği gibi işler. Uyum ve güzelliğin daha büyük ifadelerinde, sağlığı deneyimleriz, ama yozlaşmada hücreler, dokular ve mitokondriya artık etkili şekilde iletişim kuramaz. Müzik kargaşa haline gelir ve hastalık ortaya çıkar.

Kopenhag Üniversitesindeki bilim adamlarının araştırmasında, geleneksel bilimsel bilgeliğin tersine, sinirlerin elektrik impalslarını iletmediği, müzikal impalsları ilettiği keşfedildi – yani, sinirler bedenin geri kalanına mesajlar aktarmak için sesi kullanıyor.

“Niels Bohr Enstitüsünde doçent doktor Thomas Heimburg “Biz fizikçiler için, bu açıklama olamaz” dedi. “Termodinamiğin fizik yasaları bize elektrik impalslarının sinir boyunca yolculuk yaparken ısı üretmeleri gerektiğini söyler, ama deneyler bu tür ısının üretilmediğini gösteriyor.”

Moleküler biyolojinin geleneksel açıklamasına göre, elektriksel titreşim sinirin bir ucundan diğer ucuna iyon kanallarından ve sinirleri kaplayan lipidlerden ve proteinlerden oluşan zardan geçen elektriksel olarak yüklü tuzların yardımıyla gönderilir.

Heimburg ve Jackson ses yayılımının çok daha olası bir açıklama olduğu kuramını geliştiriyor. Ses dalgaları genellikle yayılırken zayıflamasına rağmen, doğru fiziksel özelliklere sahip bir ortam yayılmadan veya kuvvet kaybetmeden nakledilebilen özel bir tür ses titreşimi veya “soliton” yaratabilir.

Bedenlerimiz, yıldızlar ve gezegenler gibi kendi müzikal imzasına sahiptir.

Genetikçi ve moleküler biyolog olan Susumu Ohno DNA’mızda müzik bulduğuna inanıyor. DNA’nın “sesine” dayanan çoklu kompozisyonlar yarattı.

Araştırmasında, Ohno DNA dizilişimizdeki her bir kimyasala bir müzik notası atadı ve eğer bu notaları birlikte dizerse, mucizevi bir şeyin gerçekleştiğini gördü.

DNA’mızın yapısında büyük bir zeka veya uyum vardı. Son derece zekiydi. Bulgularını diğer müzisyenlere götürdüğü zaman, Schubert, Mozart ve Bach’ın yankılarının DNA kodumuzda olduğunu kavradılar. Pisagor ve diğer kadim kültürlerin ileri sürdüğü gibi biz hiç abartısız müzikal, matematiksel kodlardık.

Bu fenomen dikkatleri çekti ve “temel seviyede müziğin özünü yakalama” çabasında Pandora 1999’un sonlarında tasarlanmış olan “Müzik Genom Projesini” başlattı, ama diğer öncüler bu çalışmayı ilerlettiler.

DNA – müzik alanında bir dahi, Kaliforniya Üniversitesinde Kimya ve Biyokimya profesörü David Deamer’dir. 1988’de besteci ve müzik teoristi Susan Alexjander ile, bir spektrofotometre ile DNA’nın bazlarından frekanslar toplamak için bir bilim/sanat projesinde işbirliği yaptı. Spektrofotometre ışığın yoğunluğunu ışığın dalga boyunun fonksiyonu olarak ölçen analitik bir enstrumandır.

Deamer DNA nın baz molekülüne kızılötesi ışık gönderdiği zaman, bu ışık belirli frekanslarda absorbe edildi. Bu, spektrumda dalga sayısının bantları şeklinde yerleştirildi ve sonra hertz’e dönüştürüldü. Bu, müziğin bir kısmını insan işitilebilir spektrumuna koydu. Bunun mikrotonal olduğu bulundu.

Müzisyen olmayanlar için mikroton, geleneksel tam ses ve yarım ton ölçeğinde olmayan seslerdir. Batı müziğinde, aslında, enstrumanlarımızın çoğunda sadece tam ses veya yarım tonları çalabilirsiniz. İçerde piyanonun tellerini çekmedikçe, Do veya Do# çalabilirsiniz, ama bu iki nota arasında gerçekleşen tüm notaları çalamazsınız. Bu, onların hala orada olmadığı anlamına gelmez. Ünlü piyano bestecisi Charles Ives bunu yaptı, ama bu yaygın değildir, çünkü piyano geleneksel olmayan şekilde akort edilmelidir. Ama klasik Hint müziğinde eğitim almış bir sitar çalgıcısı tek bir parçada yüzlerce mikroton çalar.

Mikrotonal ses, geçmiş zamanlarda bilinci yükseltmek ve bedeni iyileştirmek için kullanılan mantraların ve Gregorian ilahilerin sırrı olabilir. Müzisyen ve araştırmacı olan Brian T. Collins’e göre standart ses perdesi (A=440 Hz) kozmik harekete, ritime veya doğal titreşime karşılık gelen herhangi bir seviyede ahenkli olmaz. Mozart ve Verdi gibi büyük müzisyenler müziklerini A= 432 doğal titreşime dayandırdılar. Standart akorttan saniyede sadece 8 titreşim farkı olduğu doğrudur, ama bu küçük farkın insan bilinci için dikkate değer olduğu görünüyor.

Örneğin, Verdi’nin ‘A’sı olarak bilinen A=432 Hz evren ile matematiksel olarak uyumlu olan alternatif bir ayardır. 432 Hz’e dayanan müzik faydalı iyileştirici enerji aktarır, doğanın temeli olan matematiğin saf tınısıdır. Bu nedenle, ses perdesindeki en hafif varyasyonlar yaşamın kötüye gitmesine veya iyileşmesine neden olabilir.

Kadim Vedic bilgilerde, mikrotonlar shrutis olarak bilinirdi. Mikrotonları işitmek için eğitilmiş olan biri (Bu batı müziğinde pek öğretilmez) bir oktavın 22 shrutis veya mikroton içerdiğini söyler, diğerleri sonsuz sayıda olduğunu söyler.

Her şey sadece ses salınımıdır, sesin sessizliğinden başlar, sonra zirvesine ulaşır ve kendi orijinal uyku haline ulaşmak için yavaşça ‘zayıflar’.

Sanskritçe’den tercüme edildiğinde, kalp çakrasının ismi aslında ‘vurulmayan/çalınmayan nota’dır. Ses iyiliksever Evrenden yayıldığı zaman, uyku veya dişil halinden başlar ve materyal veya eril haline genişler, yol boyunca organizasyonun katmanları vardır. Bizler Kozmosun enstrumanlarıyız.

Friedrich Nietzsche”Müziksiz hayat bir hata olurdu” demişti, ama hata yoktur, çünkü BİZ müziğiz.

“Başlangıçta söz vardı ve söz ses idi.”

İncilin ilk cümlesi Evrendeki müzik fenomenini ve maddenin nasıl oluştuğunu açıklar. Bizler, bu sesin tezahür eden realitede çıkarıldığı enstrumanlarız.

Bu, ‘neşeli gürültü’ yapabileceğimiz ve muazzam güzellik ve mükemmel sağlık deneyimleyebileceğimiz veya Evrensel Sesin yaratımından ayrı olduğuna inanan egonun çarpıtılmış versiyonunu üretebileceğimiz anlamına gelir.

Bu realitede maddenin her bir molekülü farklı güzel şekillerde tezahür eden Tanrının enerjisidir. Enerji yaratılamaz veya yok edilemez, ama Tanrının müziği bizim vasıtamızla çalar – bilincimize bağlı olarak. Eğer çalan müziği beğenmiyorsanız, sadece akordu değiştirin.

“Müzik benim için her zaman bir Enerji konusu, Yakıt konusu oldu. Duyarlı insanlar buna İlham der, ama gerçekte demek istedikleri şey Yakıttır. Her zaman Yakıta ihtiyacım oldu. Ben ciddi bir tüketiciyim. Bazı geceler, eğer radyoda doğru müzik çalıyorsa gaz göstergesi boş olan arabanın elli mil daha gidebileceğine hala inanırım.” ~Hunter S. Thompson

Yazar hakkında:

Christina Sarich bir yazar, müzisyen, yogi ve kapsamlı repertuarı olan bir yardımseverdir. İnternette binlerce makalesi bulunabilir.

(Çeviri: Saffet Güler)