GALAKTİK KOZMİK IŞINLAR – GÜNEŞ PATLAMALARININ DİĞER TARAFI

Yazdır Yazdır 

Mitch Battros – Earth Changes Media

Galaktik Kozmik Işınlar (GKI) yüklü parçacıkların spektrumunda en küçükleridir. Güneş patlamaları ve Koronal Kitlesel Püskürmeler (KKP) yüklü plazmanın daha fazla fark edilebilir kaynağıdır. Birçok insanın bilmediği şey, bunların ikisinin de ölümcül olabilecekleridir.

Hava durumu, uydular ve elektrik hatlarına direkt etkisi olan güneş patlamaları ve KKP’lere benzemeyen şekilde Galaktik Kozmik Işınlar fark edilmezdir. Tam şu anda bombardımana tutuluyoruz. Buradaki ironi – Koronal Kitlesel Püskürmeler, “solar minimum” sırasında en güçlü ve tehlikeli zamanlarındadır. Bu zaman sırasında (şu anda olduğu gibi) tehlikeli radyasyon seviyelerine maruz kalabiliriz. Daha önceki türlerin yok oluşuna neden olarak radyasyon gösteriliyor.

Illinois Üniversitesinden Brian Fields, “Dünya’nın atmosferinin en üstünde her santimetre kareye, saniyede birkaç kozmik ışın çarpıyor” diyor. Bu “asıl” kozmik ışınların hiç biri toprağa erişmiyor. Bunun yerine, üst atmosferdeki atomlarla çarpışıyorlar, daha düşük enerjili “ikincil” parçacıklarının yağmurunu yaratıyorlar.

İkincil Etkiler

Deniz seviyesinde, ikincil kozmik ışınların çoğunluğu oldukça nüfuz edici olan muonlardır. Her dakikada bedenlerimizden yaklaşık 10,000 muon geçmekte. Bu mounların bazıları bedenimizden geçerken molekülleri iyonize eder, ara sıra zararlı olabilecek genetik mutasyonlara neden olurlar.

Halen, ortalama bir insan kozmik ışınlardan yılda yaklaşık 10 tane göğüs röntgen filmine eşdeğer miktarda almaktadır. Bununla alarma geçmemeliyiz, çünkü bu insanların ve atalarımızın eonlardır maruz kalmış olduklarının altında doğal arka plan radyasyonun parçasıdır. Aslında, mutasyonları başlatan kozmik ışınlar bazen faydalı olabilir.

Polonya’daki Szczecin Üniversitesinden Franco Ferrari, “Kozmik ışınların bir şekilde Dünya üzerindeki organizmaların tekamülünü şekillendirdiği açıktır” diyor.

Astrobiyoloji dergisinin son sayısında, Ferrari ve aynı üniversiteden Ewa Szuszkiewicz kozmik ışınlar ile ilgili bildiklerimizi gözden geçirdiler ve bu parçacıkların şu andaki biyolojik ilişkisinin geçmişin temsilcisi olması gerekmediğini öne sürdüler.

“Erken Dünya’nın organizmalarının, stabil olmayan ve dışsal etkenler altında kolayca mutasyon geçiren DNA’ya sahip olmaları çok olasıdır”

Kozmik Işın Fırtınası

Uzun zaman önce sadece biyoloji mutasyona çok daha hassas olmuş olmayabilir, ayrıca geçmişte kozmik ışınlar çok daha yoğun olmuş olabilir, hem Dünya’nın atmosferini hem de aşağıdaki yaşamı etkilemiş olabilir.

Tartışmalı bir teori kozmik ışınların bulut üretimini artırabileceğini öne sürüyor. Bulutlu gökyüzüne uzaydan daha fazla güneş ışığı çarpıp geri sıçrar, gezegeni soğutur ve yaygın ekosistem değişikliklerine neden olur. Artan kozmik radyasyon ile ilgili bir diğer teori neredeyse ters etkiye sahiptir – koruyucu ozon tabakamızı söküp atarak, Dünya daha fazla solar UV radyasyona maruz kalmakta. Tüm bu ekstra UV (Ultra viyole) yaşam için düşmanca koşullar yaratacaktır.

Ozonun tükenmesi de yakın mesafedeki gamma ışınından ortaya çıkabilir. Ancak, radyasyon flaşı sadece bir saniye sürer ve ozon birkaç yıl içinde düzelirdi. Tersine, Fields’a göre yakındaki bir süpernovadan gelen kozmik ışınlar Dünya’yı en azından 1,000 yıldır bombalıyor.

Fields, “Bir organizma gamma patlamasından etkilenebilir, ama kozmik ışınlar birçok nesilleri etkileyecektir” diyor.

Kılpayı kurtulma

Türlerin tükenmesinin kozmik ışınlar nedeniyle olup olmadığını anlatacak bir yol, yakınlardaki bir süpernovada oluşmuş olan radyoaktif izotopları ve sonra ilgili patlama dalgasıyla gezegenimize üflenmiş olduğunu bulmaya çalışmaktır.

1999’da, Almanya Münih Teknik Üniversitesinden bir grup derin okyanuslardan alınan kaya örneklerinde demir – 60 belirlediler. Bu aşırı derecede nadir demir izotopu süpernova ateşlerinde oluşur. Ayrıca radyoaktif olarak kararsızdır (değişken), yarılanma ömrü 1,5 milyon yıldır, bu nedenle oldukça yakın zamanlardaki bir süpernovadan gelmiş olmalıdır.

Demir – 60’ın yeri ve yoğunluğundan, Alman grup daha sonra varsayılan süpernovanın yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta 2,8 milyon yıl önce patlamış olduğunu hesapladı.

“Buna kılpayı kurtulma derdim” diyor

Bu süpernovadan gelen kozmik ışınların iklim üzerinde etkisi olmuş olabilir, ancak ciddi biyolojik hasara neden olması için, bir süpernovanın Dünya’dan 30 ışık yılı mesafede patlaması gerekir.

30 ışık – yılı galaktik ölçekte küçük olmasına rağmen, Fields muhtemelen Dünya’nın, 4,5 milyar yıllık tarihinde düzinelerce kez süpernovanın “öldürücü kapsamına” yakalanmış olabileceğini düşünüyor.

Ancak, yakınlardaki bir süpernova, kozmik ışın yoğunluğunun artmasının tek yolu değildir. Güneşimiz galaktik merkezin etrafında dönerken, düzenli olarak galaksinin spiral kollarından birinden geçer, burada kozmik ışın radyasyonu ortalamanın üzerindedir, diyor Ferrari. Bazı araştırmacılar, spiral koldan her geçişte, kozmik – ışının başlattığı bulut oluşumu vasıtasıyla Dünya’da Buzul Çağının meydana geldiğini speküle ediyorlar.

Benzer şekilde, Melott ve çalışma arkadaşları Güneşimizin galaktik planda aşağı yukarı sallanması ile fosil biyodeğişimindeki 63 – milyon yıllık döngü arasında olası bir bağlantı keşfettiler. Hipotez şu; güneş sistemimiz galaksinin bir kenarında zirveye çıktığı her seferinde, güneş sistemimiz daha fazla kozmik ışına maruz kalmaktadır.

Ancak, son kanıtlar kıtasal yükselme ve gözlenen biyodeğişim döngüsü arasında bir korelasyonu işaret ederken, Melott şimdi bu sallanmanın sadece küçük bir rol oynayabileceğini düşünüyor.

Kozmik ışınları türlerin yok olması olaylarına bağlamak için daha fazla çalışma gerekmektedir. Melott, yakındaki süpernovanın başka radyoaktif izotop kanıtları için araştırmanın devam ettiğini ve grubunun biyolojik yıkıma herhangi farkedilebilir bir modelin olup olmadığını görmek için kozmik ışın bombardımanının simülasyonlarını geliştirdiğini söylüyor.

“Hiç kimse zemindeki tam etkileri hesaplamadı” diyor.