GÖBEKLİ TEPE SÜTUNLARINDAKİ SEMBOLLERİN ANLAMI

Yazdır Yazdır 

“Göbekli Tepe’deki materyallere değinmeden önce, burada MÖ 10 ncu bin yılda atalarımız tarafından devam ettirilen oldukça ileri bir kültür ile uğraştığımızı anlamamız gerekiyor.”  Klaus Schmidt.

Tüm şüphesinin ötesinde, bu semboller, bunları yaratanların kültürü için önemli temaları ve görüntüleri uzak geleceğe aktarmaya niyet edilen görsel araçlardır, aksi taktirde insanlar insanın hayal gücünü yakalayan muazzam kült yapıların kompleksinde sembollerin bu şekilde sunulmasına çok fazla zaman ve çaba harcamazlardı.

 (Klaus Schmidt. Sie bauten die ersten Tempel. Das rätselhafte Heiligtum der Steinzeitjäger)

Kısa Özet:

  • – Anıt 1994’te keşfedildi ve 1995’te yerel el yapımı eşyaların kazılmaya ve araştırılmaya başlaması planlandı.
  • – Bugün itibarıyla, araştırmacılar üç arkeolojik katmanı ayırt etti: Katman III (en eski olan) MÖ 12 nci bin yılın sonları – 9 ncu binyılın başları tarihli, Katman II MÖ 9 ncu – 8 nci bin yıl ve en genç olan Katman I hiç yapım aktivitesi izi içermiyor ve çoğunlukla doğal ve insanın neden olduğu erozyon nedeniyle alüvyondan oluşuyor. 
  • – Arkeologlar Göbekli Tepe’nin bölgede yerleşik olan avcı kabileler tarafından inşa edilen bir tapınak kompleksi olduğuna inanıyorlar. Sayısız sütunlarında ve el yapımı eşyalarından tasvir edilen görüntüler kadim insanların çeşitli ritüellerini gösteriyor ve bu nedenle derin kutsal anlama sahipler.
  • – Görüntülerde kullanılan hayvan imgeleri ve soyut işaretler piktografik (görüntüsel) yazı olarak algılanabilir.
  • – Bu tür bir kompleks sitenin yapımının olasılığı, onu inşa edenlerin ileri sosyal organizasyonunun göstergesidir.
  • – Tapınaklar çiftçiliğin ortaya çıkmasından daha önce inşa edilmeye başlandı.

Gözlemevi 

Son zamanlarda yeni bir disiplin ortaya çıktı ve daha büyük popülerlik kazanıyor. Bu arkeoastronomi – arkeoloji ve astronominin birleşimi. Maalesef, çoğu ana görüş tarihçiler bu disipline şüphe ile davranıyorlar, bu nedenle şimdiye kadar o gerçek meraklı kişiler için bir alan olarak kalıyor. Onlar kendilerini sadece arkeoloji ile sınırlamıyorlar, tersine jeoloji, iklim bilim, fizik ve astronomi gibi çeşitli karşılıklı olarak tamamlayıcı disiplinlerden gerçekleri cesurca analiz ediyorlar ve karşılaştırıyorlar. Sonuç olarak, yeni ilgin hipotezler ortaya çıkıyor, ki bunlar kuşkusuz sağduyulu bir öz içeriyorlar, ama ana görüş biliminin temsilcileri tarafından katı bir şekilde eleştiriliyorlar. Bunların bazılarını göz önüne almaya değer.

Bugün itibarıyla, Göbekli Tepe kompleksinin birbirleri ile ilişkili belirli bir düzende konumlanan, yapıların bir çok çemberlerinden oluştuğu biliniyor. Alan manyetik fotoğrafçılığı sayesinde, böyle yaklaşık 20 çember olduğu tespit edildi, ama bugüne kadar bunların yalnızca 4 tanesi kazıldı. Keşif sıralarına göre bunlara A, B, C ve D çemberleri adı veriliyor.

Araştırmacılar bir sayıda soru ile geldiler. Eğer Göbekli Tepe bir tapınak kompleksi ise, neden bu kadar çok yapı var? Aynı zamanda, neden farklı çemberlerdeki merkezi sütunlar ana yönlere farklı yönelimlere sahipler? Bu sorulara yanıtların arayışında, bazı araştırmacılar Göbekli Tepe’nin yalnızca bir tapınak olmadığı, aynı zamanda her şeyden önce bir gözlem evi olduğu sonucuna vardılar. Bu tür varsayım yerel el yapımı eşyalar, örneğin kazılar sırasında sitede bulunan kireç taşı halkalar ile destekleniyor. Bu tür halkalar sadece Göbekli Tepe’de keşfedildi ve dünyada başka bir yerde benzerleri olmadığı için, arkeologlar şimdiye dek bunların amacını kavrayamıyor. Yine de, bu halkaları yıldızlı gökyüzünü gözlemek için bir alet olarak kullanmak oldukça mümkün!

 

Muhtemelen, aynı amaç bazı sütunlarda oyulan açıklıklar içindi, ayrıca cilalanmış kireçtaşı levhalardaki delikler için.

Bir kaç yıl önce, Milan Politeknik’ten profesör Giulio Magli, kartografik verilere, uydu resimlerine, arkeoloji ve diğer verilere dayanarak, Göbekli Tepe’nin Sirius’a adandığı ve güney yarımküre gökyüzünün gözlemleri için tasarlandığı hipotezini ileri sürdü. Neden bu yıldıza değiniyor? Özel yazılım aracılığı ile MÖ 10 ncu bin yıl için yıldızlı gökyüzünü modellerken, Magli o çağda Göbekli Tepe’nin üzerinde gerçekleşen olağanüstü bir olayı keşfetti – şimdi Sirius adını verdiğimiz ve Ay, Venüs ve Jüpiter’den sonra gece gökyüzünde 4 ncü en parlak cisim olan “nova yıldızının doğumu”. Bu, o zamanın insanları için kesinlikle çok çarpıcı bir büyük gösteri idi. Bundan başka, bazı kadim insanların Sirius’a taptıkları biliniyor. Örneğin, Mısırlılar Sirius’u (Sotis) tanrıça İsis ile özdeşleştirirlerdi, kocası Osiris Orion (Sakh) takımyıldızı -“yıldızların kralı” – ile özdeşleştiriliyordu. Dahası, kadim Mısır takviminde her yıl Sirius’un güneş ile ilişkili yükselişi ile başlıyordu. Afrika’daki Dogon kabilesi de tatillerinin döngüsünü Sirius’a yönlenme ile sürdürüyordu.

Göbekli Tepe yönelimine gelince, Magli’nin gözlemleri oldukça makul, çünkü şu anda bilindiği gibi, Katman 3’ün kazılan anıtsal yapıları, güney eğimi iki yarıya bölen ve vadiye doğru açılan derin bir çukurda yerleşiktir. Presesyon nedeni ile, Göbekli Tepe enleminde Sirius’u uzun süre gözlemenin imkansız olduğu da doğrudur – yaklaşık MÖ 15,000 de ufkun ötesine geçti. Minimum yüksekliğine erişerek, yıldız ufka yaklaşmaya başladı ve MÖ 9300 dolaylarında yaz gündönümünden bir kaç gün önce tekrar görünür hale geldi.

Daha sonra profesör Magli, D, C ve B Çemberlerinin tahmini ortalama azimutlarının (güney açısı) ( iki merkezi monolit arasındaki ana hatlar olarak alınan) aşağıdaki yaklaşık tarihlerde Sirius’un yükselme azimutlarında karşılık geldiğini keşfetti

– Çember D – 172° 9100 MÖ

– Çember C – 165° 8750 MÖ

– Çember B – 159° 8300 MÖ

Başka bir deyişle, bu yılların yaz gündönümü günlerinde Sirius adı geçen çemberlerin her birinin iki merkez dik duruşları arasındaki ufukta doğru şekilde bulunuyordu.

Yükselişteki Sirius 

MÖ 9100’de yaz gündönümünden bir kaç gün önce Sirius’un yükselmesi (azimuth 172°)

Raporunun sonunda, profesör Magli bu bilgiye sadece bilimsel bir hipotez olarak davranılmasını gerektiği sonucunu çıkardı, çünkü bir çok nokta hala aydınlatılmalı. Bundan başka, özel ekipman aracılığı ile sitede daha doğru ölçümler almak gerekli.

 

İngiliz yazar Graham Hancock profesör Magli’ye katılıyor. Ama, piramitlerin ünlü araştırmacısı Boston Üniversitesinden profesör Robert M. Schoch tarafından sağlanan verilere dayanarak, Hancock Göbekli Tepe’nin Orion takımyıldızının gözlemleri için de kullanılmış olabileceği varsayımını ileri sürdü.

Başka bir İngiliz yazar ve eski zamanlardan kalma yapıtların araştırmacısı Andrew Collins yukarıda geçen hipotezleri eleştiriyor. O, tepenin insan – yapımı olduğu, bu nedenle en olası olarak kompleksin başlangıçta tepe eğimi yerine düz vadide inşa edildiği gerçeğine işaret ediyor. Bundan dolayı, kuzey gökyüzü de gözleniyor olabilirdi. Collins, dört kazıların çemberin merkezi dik sütunlarının güneye yöneldiğini belirtiyor, yani girişe bakıyor. Bu nedenle, komplekse giren biri kuzeye doğru bakar. Collins bunun tam olarak kuzey gökyüzünün gözlenmekte olduğunun kanıtı olabileceğine inanıyor. Bundan  başka, şimdiye kadar diğer 16 çemberin yöneldiği yön bilinmiyor, çünkü bunlar kazılmadılar.

Bunlar tapınak kompleksinin amacı üzerine ana hipotezlerdir. Bazı uyuşmazlıklar içeriyorlar, ama ayrıca ortak bir noktaları var: tüm araştırmacılar bir çok diğer kadim yapılarda olduğu gibi kompleksin yıldızlar tarafından yönlendirildiğinde anlaşıyorlar. Dolayısıyla, o bölgenin kadim yerleşik halkı görünüşe göre sadece yapımda değil, aynı zamanda astronomide de konu ile ilgili bilgiye sahipti! Dahası, onlar muhtemelen gözlemlerini o zaman için alışılagelmiş bir şekilde kaydediyorlardı – tapınak sütunlarına belirli imgeleri oyarak. Bu bakımdan, son zamanlarda son derece ilginç bir soru araştırmaları dinlenmek için bir an vermedi: Sütun 43’te veya diğer isimle Akbaba Taşında hangi mesaj şifrelenmiş?

Sütun 43: Taş Tarih Kaydı

 Göbekli Tepe’nin insanları çok uzun zaman ölçeklerinde Yerkürenin presesyonunu çok görülebilir ve dayanıklı bir tarzda kaydetmenin önemli olduğunu düşünüyorlardı.

  (Arkeoastronomi ile Göbekli Tepe’nin şifresini çözmek. Tilki Ne Anlatıyor?)

Nisan 2017’de, Akdeniz Arkeoloji ve Arkaeometri Edinburg Üniversitesinden iki araştırmacının raporunu ‘Arkeoastronomi ile Göbekli Tepe’nin şifresini çözmek. Tilki Ne Anlatıyor?’ başlığı ile yayınladı – Martin B. Sweatman ve Dimitrios Tsikritsis. Rapor internette ücretsiz mevcut, bu nedenle içeriğini ayrıntılı olarak yeniden anlatmayacağım. Konu üzerine mevcut tüm arkeoloji, jeoloji ve astronomi kaynaklarını analiz ettikten sonra yazarların çıkardığı sonuçlara odaklanalım ve bizim için özel ilgiye sahip olan Sütun 43’e daha yakından bakalım.

Adı geçen araştırmacılar, bu kompleksin kuzey – güney eksenine yönelen bir gözlemevi olarak hizmet ettiği sonucuna vardılar ve:

… Göbekli Tepe’nin anahtar bir fonksiyonu meteor yağmurlarını gözlemek ve kuyruklu yıldız çarpmalarını kaydetmek idi. Aslında, Göbekli Tepe’nin insanlarının Taurid meteor akışına özel ilgiye sahip oldukları görünüyor, Younger Dryas olayından sorumlu olduğu öngörülen aynı meteor akışı.

Jeolojide Younger Dryas MÖ 10,730 – 9700 ± 99 yıllarına kadar gidiyor. Son yıllarda, son buzul çağının sonunda gezegenimizin tarihinde şiddetli sıcaklık gerçekleşen ve yaklaşık bin yıl süren düşüşüne Dünyanın kuzey yarımküresine bir meteoritin (veya bir kaç meteroritin) düşmesinin neden olduğu inkar edilemez gerçekleri ortaya çıktı. Bu konu websitemizde yayınlanan ve ‘Clovis kültürünün harabeleri ve Younger Dryas bilmecesi’ başlıklı kapsamlı bir makalede değerlendiriliyor.

Çember D. Sütun 43 veya Akbaba Taşı

Şimdi Sütun 43’e geri dönelim. Sweatman ve Tsikritsis bu sütundaki imgeleri, belirli düzende konumlanmış göksel takım yıldızlar olarak yorumluyor. Onların fikirlerine göre, buradaki başlıca semboller Akrep takımyıldızına karşılık gelen akrep ve Yay takım yıldızına karşılık gelen kartal/akbabadır. Kartalın/akbabanın kanadı üzerindeki çember Güneş’e karşılık geliyor. Astronomide, burçlar ile ilgili bir çağın bir yıl boyunca dört uygun günden birinde – ilkbahar ekinoksu, yaz gündönümü, sonbahar ekinoksu veya kış gündönümü – gündoğumu/günbatımında belirli bir zodyak burcunda Güneşin konumu ile belirlendiği varsayılır. Bu gündoğumunun veya günbatımının grafik temsili olarak yorumlanan Akbaba Taşının üst bölümündeki özel “el çantaları” ile sembolize ediliyor. Yıldızlı gökyüzü modellemesi için kullanılan Stellarium yazılımı aracılığı ile, raporun yazarları belirli tahminler gerçekleştirdi ve bir kaç olası tarihe ulaştı: 

– 2012 MS – kış gündönümü

– 4350 MÖ– sonbahar ekinoksu

– 10,950 MÖ – yaz gündönümü

– 18,000 MÖ –ilkbahar ekinoksu

Koyu yazılmış tarih kesinlikle Göbekli Tepe arkeolojisine karşılık geliyor. K. Schmidt’e göre, 2010 yılı itibarı ile, D Çemberindeki bazı duvarlardaki sıvanın organik içeriğinin en erken belirlenebilir tarihi MÖ 11,530 ± 220 yılın inanılmaz süresine karşılık geliyor! Ayrıca okuyucuların dikkatini birazdan geri döneceğimiz 21 Aralık 2012 tarihine çekeyim.

Böylece, araştırmacılar Sütun 43’ün bir tür taş tarih kaydı veya “tarih mühürü” olduğu sonucuna vardılar. Yani, bir olayın kaydını, MÖ 10,950 ± 250 yılında sözü edilen felaket gerçekleştiği zaman yıldızların konumu ile ilişkili olan tarihin sembolik kaydı. Bu tarih kesinlikle Younger Dryas’ın başlangıcına karşılık geliyor. Aynı zamanda, rapor u yazanların fikrine göre, sütunun alt sağ bölümündeki kafasız insan figürü, felaketin dünya nüfusun çoğunluğu için ölümcü olduğunu gösteriyor. Bu tür ifadenin, yıkım hipotezine ters düşen, insan figürünün erekte olmuş cinsel organı olduğunu söyleyen Göbekli Tepe Araştırma Personelinin arkeologları tarafından eleştirilmesi kayda değer.

Kitabı ‘İnsan Genetik Kodu’nda Rus araştırmacı Andrew Sklyarov sözü edilen felaketin neden olduğu güçlü tsunaminin izlerinin bugün bile bulunabileceğini yazıyor:

Ollantaytambo kompleksi, nehir akıntısına karşı akan ve Pasifik Okyanusundaki tsunaminin “yankısı” olan Urubamba vadisindeki güçlü su akışı ile yıkımın izlerini korudu. Meksika Cholula’daki piramit çamur tortusunun ağır kil zirvesi ile kaplıdır. Benzer tortular Teotihuacan (Meksika) ve Göbekli Tepe’de bulundu.

En olası olarak, bu önceki Atlantis uygarlığının “bitiş zamanları” idi.  Bundan sonra her şey yeniden başladı…

Raporda bazı ifadelerin, örneğin Sütun 43 ile ilgili yorumun daha önceden duyulmuş olduğundan söz edilmelidir. Graham Hancock kitabı ‘Tanrıların Sihirbazları’ kitabında bunun hakkında yazdı.  Daha sonra Andrew Collins, Hancock’un kitabına karşılık olarak, hipotezi eleştirdi ve alternatif bir yorum ileri sürdü. Kartal/akbaba imgesini Yay takımyıldızı ile bağdaştırmanın yanlış olduğunu, çünkü kadim zamanlardan bu yana akbabanın genellikle başka takım yıldızlar ile ilişkilendirildiğini öne sürüyor.

– Cygnus – Hellenic (eski Yunan) geleneğinde cennetsel kuğu;

– Lyra – Düşen Boyun olarak da bilinen Orfeus’un cennet liri:

– Aquila – Uçan Akbaba olarak da bilinen cennetsel kartal. 

Eski Yunan mitolojisinde bu tür cennetsel kuş imgeleri, Herkül’e saldıran üç Stymphalian kuş olarak yorumlanıyordu. Bundan başka, tüm üç yakım yıldızı gökyüzünün aynı bölgesindedir ve en parlak yıldızları Deneb, Vega ve Altair Yaz Üçgeni olarak bilinir.

Cygnus, Lyra ve Hercules takımyıldızlarının yerlerini gösteren yıldız haritası. Aquila takımyıldızı haritanın bu kısmının altında bulunuyor.

Takımyıldızların yerleri ile ilişkili “Akbaba” yerleşimi 

Collins en sonunda, eğer Sütun 43’teki akbaba aslında üç cennetsel kuştan birini temsil ediyorsa, en olası olarak Cygnus takımyıldızını bedenlemesi gerektiği sonucuna varıyor. Bunun yanısıra, onun fikrine göre, Çember D’deki iki merkezi sütun, inşa edildiği zaman (ayrıca B, C ve E çemberleri) kesinlikle Deneb’i işaret ediyordu – Cygnus takımyıldızındaki en parlak yıldız. O, Sütun 43’teki akbabanın kanatlarının şeklinin neredeyse MÖ 9400’te Cygnus’taki üç yıldızın şemasını doğru şekilde yansıttığını ekliyor, oysaki sonuncusu D Çemberinin yapımının tahmin edilen tarihidir.

Ama, Collins’in derin düşüncelerinin düzenli çizgisinde bir dezavantaj var. Olay şu ki, arkeolojik verilere göre, D Çemberi yukarıda sözü edildiği gibi daha erken bir periyoda tarihleniyor.

Yine de, Graham Hancock’un yazdığı şeyi tekrarlayalım. Sonuç olarak, o çok ilginç bir özelliğe işaret etti. Kitabından bir alıntı yapayım:

Binlerce yıl sonrasına kadar keşfedilmemiş olduğu varsayılan astronomik verileri içeren, kireçtaşı sütunlarından birinin üzerine karmaşık burç işaretleri kazılmıştır. Daha da şaşırtıcı olan şey yıldızların konumudur – 12,000 yıl önce gökyüzünde oldukları yer değil.. ama tam olarak bugün oldukları yer.

Sanki bu gizemli, olanaksız şekilde bilgili inşacılar tapınaklarını sanki şimdiki günümüzde var olmuş gibi inşa etmişler.

Bu nedenle, Hancock Göbekli Tepe’nin bir zaman kapsülü, geleceğe bir tür mesaj olduğuna inanıyor ve  MÖ 8 nci binyıl kadar uzun zaman önce, bir çok diğerlerinin arasında, sitenin gömülmesi ve kapatılması, önemsiz kumdan bir tepeye dönüşmesi sadece şans değil. Aynı zamanda, yıldızlara dayanarak mesajın ifşa edileceği zaman bugünlerdir ve tam olarak gerçekleşen şey budur!

Hancock sözü edilen mesajın kendi şifre çözme versiyonunu sunuyor. O, kadim inşacıların zamanımızın insanlığını, MS 1960 ve 2040 arasında başka bir küresel felaketin dünyalılar için beklediği konusunda önceden uyardıklarına inanıyor.  Bu 80 – yıllık zaman çerçevesi içinde, Younger Dryas’ın başlangıcına neden olan kuyruklu yıldız (veya böyle bir kuyruklu yıldızın parçaları) dünyayı tekrar tehlikeye sokabilir. Onun vardığı sonuçlar doğrulanmamış olmaktan uzak ve önceden bu konuyla ilgili makalelerde değindik. Bunlardan biri Angkor ve Giza platosunun ifşa edilen sırları – Orion ve Draco sarkacı. Kıyamet şimdi mi?

Bu mesaj tam olarak Sütun 43’te mi şifrelendi? Stellarium’un yardımıyla yıldızlara bakmaya ve kendi analizimizi yapmaya karar verdik, ama ilerlemeden önce bazı sonuçlar çıkaralım: 

– Sözü edilen hipotezlere dayanarak, Sütun 43’teki ana figürler takımyıldızları somutlaştırıyor: akrep – Akrep, akbaba – Yay (bir versiyon) veya Sygnus (başka bir versiyon).

– H – şekilli semboller Vega ve/veya Deneb’in konumunu somutlaştırıyor. Bu yıldızlar daha eski zamanlarda kutup yıldızları idi, bu nedenle kadim insanlar bunlara yönelmiş olabilir. Örneğin, Vega MÖ 13,000 yılı civarında kutup yıldızı idi.

– Sütunun üst bölümündeki özel “el çantaları” ekinoks ve/veya gündönümü günlerini belirtiyor.

– Akbabanın kanadının üzerindeki çember Güneş anlamına geliyor.

– Sütunun alt bölümündeki kafasız insan figürü insanlığın çoğunluğu için ölümcül olan bir olayı işaret ediyor (?).

– Eğer tüm bu sembolik resim yıldızlı gökyüzüne yansıtılırsa, daha çok spesifik bir tarih ortaya çıkıyor;  ± 250 toleransı ile MÖ 10,950. Araştırmacılar sözü edilen felaketin tam olarak bu zaman periyodu içinde gerçekleştiğine inanıyor ve bu tür tahminler jeolojik verilere uyuyor. 

Point Of View (Görüş Açısı) Analiz Ekibinin Gözlemleri

Oldukça olası olarak, bu dünyanın düzeni hakkında büyük gerçeğin bilindiğini izleyen potansiyel olarak kuşkusu nesiller ile iletişim kurmaktı ve bu gerçek onların refahının devam etmesi ve belki hayatta kalmaları için önemli idi.

(Arkaeoastronomi ile Göbekli Tepe’nin şifresini çözmek. Tilki Ne Söylüyor?)

Başlamak için, Sütun 43’e bakalım ve takımyıldızlar ile bazı karşılaştırmalar çıkaralım..

  Sütun 43 veya Akbaba Taşı, Çember D                                           Akrep takımyıldızının imgesi 

Aquila takımyıldızının imgesi                                                Orion takımyıldızının imgesi: dikey H-şekilli s                                                                                                        sembol takımyıldızını belirtiyor, yatay H-şekilli                                                                                                           sembol Orion kuşağını belirtiyor

Akrep ile her şey oldukça açık. Aquila takımyıldızına gelince, onun en parlak yıldızı Altair’in adının “uçan kartal veya akbaba” anlamına gelen Arapça al-ta’ir den kaynaklandığı not edilmelidir. Ptolemy (Batlamyus) ona Aetus diyordu – kartalın Latince ismi. Sümerliler ve Babilliler de onu benzer şekilde adlandırıyorlardı.

Sonra, sadece Sütun 43’te değil, aynı zamanda farklı versiyonlarda – dikey veya yatay –  diğer sütunlarda da bulunan H – şekilli sembol, Akbaba Taşında olduğu gibi. En olası olarak, bu Orion takımyıldızını belirtiyor. Sembolün (H harfi) yatay versiyonu Orion Kuşağı denilen takımyıldızının üç orta yıldızını belirtiyor. Şimdi, birbirleri ile ilişkili olarak bu takımyıldızların düzeninin görmek için, aşağıdaki yıldız haritasına bakalım (daha iyi anlamak için iki perspektiften sunuluyor).

Görebileceğimiz gibi, her iki takım yıldız ekvatoraldır, bundan dolayı aynen Sütun 43’te olduğu gibi neredeyse aynı çizgide yerleşiktirler. Kadim astronomlar için bu tarih kaydında Orion’u tasvir etmek neden bu kadar önemli idi? Bu soruyu daha sonra tekrarlayalım.

Şimdi, ana takımyıldızların birbirleri ile ilişkili olarak nasıl yerleştiklerini görelim.Kuzey yarımküre gökyüzünün bu yıldız haritası, yazın ve sonbaharda Aquila ve Akrebin düzeninin kesinlikle sütun üzerindeki imgeye karşılık geldiğini gösteriyor. Harita ayrıca önceki bölümde değinilen Yay ve Cygnus takımyıldızlarını da tasvir ediyor.

Ana figürleri ve sembolleri karşılaştırdıktan sonra, Stellarium yazılımı aracılığı ile o çağın gökyüzüne bakalım, varsayımlarımızı kontrol edelim ve bizim zamanlarımız ile paraleller çıkaralım.

Aşağıda, MÖ 11 Eylül 10,950’ye işaret eden iki imge var. Başka bir deyişle, bu tarih Güneş, ekliptik (tutulum çemberi) boyunca ilerlerken, galaktik ekvator çizgisini geçtiği zamanın göstergesidir. İki bilinen, geleneksel çizgi yılda iki kez iki noktada kesişiyor, çünkü bir küre üzerinde çakışmayan iki çember iki noktada kesişir. Bu tür noktalardan biri tam olarak burada gösteriliyor.

Bundan başka, 11 Eylül, 13,000 yıl önceki yaz gündönümü günü idi. Yaz gündönümünde Güneş 84.4 derecede en yüksek noktasında zirveye ulaşır. Değer 31 derece kuzeyi            belirtiyor.                                                                                          

 

 

 

 

Akrebe göreli olarak Aquila takımyıldızının yeri (bugünlerde)

Bir diğer şey şu ki, ilk resimde Akrep’in altında (sağda) Lupus (Kurt) takımyıldızını görebiliyoruz. Akbaba Taşında akrebin yanısıra bir kurt imgesi de var, kısmen taş duvar ile kaplanmış. 

Şimdi, bizim zamanlarımıza ve 21 Aralık 2012 tarihine bakalım.

 

 

 

 

Sütun 43’e geri gelirsek, akbabanın kanadının üzerine tasvir edilen bir çemberi görebiliriz. Gökyüzüne bakalım. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kartalın kanadında hareket eden galaktik ekvatoru görebiliriz. Bu nedenle, Sütun 43’te akbabanın kanadının üzerindeki çember Güneş anlamına gelir. Güneş ekliptik çizgi boyunca ilerle, akbabanın kanadının üzerimdeki imgesi, Güneşin galaktik ekvatoru geçtiği zamanki noktayı belirtir. Yukarıda gösterildiği gibi, bugünlerde bu 21 Aralık 2012 tarihidir.

Akbaba Taşında henüz değerlendirmediğimiz son unsur, Hancock’un şakayla “el çantaları” dediği sütunun üst bölümünde yerleşik olan özel işaretlerdir. Websitemizde Sakallı Tanrı. O Kim? makalesinde bu tür “el çantaları” üzerine bilgi olan bir video var.  Başka şeyler arasında o, Akbaba Taşını gösteriyor. Dünyanın çeşitli insanlarının mitolojisinde bu tür “el çantaları” insanlığa Bilgi veren Tanrıların ellerinde tasvir ediliyordu. Bu nedenle, “el çantaları” Bilgi takdimi veya aktarımı işlemini sembolize ediyor. 

Sümer ilahı

Quetzalcoatl: Orta Amerika’nın Azteklerinin ilahı

 

 

 

 

 

 

 

Oannes. Asur.

 

Çeşitli kültürlerde taş “el çantaları” 

Bu nedenle, MÖ 11 Eylül 10,950, en olası olarak o zamanın insanları için çok önemli bir tarih idi, aynen 21 Aralık 2012’nin bugünlerde bizim için önemli olması gibi, çünkü zorlu sınamaların eşiğinde insanların seçimlerini yapmalarına yardımcı olmak için, 21 Aralık 2012’de insanlığın ruhsal doğası ile ilgili İlksel Bilgi dünyaya tekrar verildi.

Dolayısıyla, yine Orion – Draco sarkacını, ve “bitiş zamanlarını” belirten 13,000 yıllık döngüyü tekrarlıyoruz; yaklaşan küresel felaketler ve şimdiki insan uygarlığı için zorlu sınama periyodu. Bundan başka, sözü edilen tarihleri iki referans noktası olarak sahibiz.

Bu bölümün sonunda, Shambala’nın Sensei’si – 4 ncü Kitaptan alıntı yapayım:

“Bitiş zamanları” sadece bir bütün olarak bu uygarlığının yaşamı için verilen bir terimdir. Eğer bu periyot içinde insanlığın çoğunluğu ileriye doğru ruhsal bir sıçrama yaparsa, eğer uygarlığı ruhsallığın yükselmesine doğru yönlendirmeyi başarırsa, onlara Dünyada yaklaşmakta olan felaketler sırasında hayatta kalabilecekleri bilgi verilecek. Ama eğer çoğu insan maddi kalırsa ve dünyasal değerlere çekilirse, felaketler sırasında yok olacaklar. Yeni bir uygarlık üretilecek ve her şey yeniden başlayacak. Aynı zamanda, tüm uygarlığı ilgilendiren küresel olaylara rağmen, her insan maddi dünyadan özgürleşme ve ruhu için daha iyi bir kaderi kazanma kişisel Şansına sahiptir.  Yaşamının yıllarını hayvan olarak yaşamak veya bitki olarak var olmak için kullanıp kullanmayacağı ya da sözü edilen yılları daha yüksek saklı ruhsal alanlara sıçramak ve ruhunun özlem duyduğu mücadeleyi gerçekleştirmek için kullanıp kullanmayacağı tamamen insanın kişisel işi ve seçimidir!…

Umarım, insanların doğru seçimi yapacak zamanı olur!

İlksel Bilginin Işığında Göbekli Tepe Eserleri Üzerine Bir Fikir

Görünüşe bakılırsa, MÖ 10 ncu ve 9 ncu binyılda yaygın semboller sistemi Dicle ve Fırat’ın üst erişimlerinde var oldu. O sistemin içerikleri bizim için bilinmiyor, ama o uzak zamanın insanları için işaretlerin ve sembollerin kültürel hafızanın stoğunu biriktirmek için aletler olarak hizmet ettiği açıktır. 

 (Klaus Schmidt. Sie bauten die ersten Tempel. Das rätselhafte Heiligtum der Steinzeitjäger)

Bu nedenle, bildiğimiz gibi 21.12.2012′de yazar AllatRa kitabını yazmayı tamamıyla, bu kitap sayesinde İlksel Bilgi tüm insanlık için elde edilebilir oldu. Çeşitli kadim kültürlerden eserleri kapsamlı şekilde analiz edersek, Bilginin farklı kıtalardaki insanlığa farklı zamanlarda verildiğinin kanıtını elde edebiliriz. Websitemizde bu konuya adanan ilgili yayınların bolluğu var.

Yukarıda sözü edildiği gibi, Bilgi en olası olarak dünyaya MÖ 10 ncu – 9 ncu binyılda da getirildi. Bundan başka, bu tür bir olayın öneminin farkında olarak o zamanın insanları o çağın insanlığı için anlaşılabilir ilişkili bir formda ebedileştirdiler, örneğin taş sütunlara belirli imgeleri kazıdılar. Bu, bir çok kadim insanın bilgiyi gelecek nesiller için koruma şekli idi. Örneğin, Mısır’da günümüze ulaşan kutsal sütunlar var, bunların yüzeyi tamamen hiyeroglifler, işaretler ve semboller ile kaplı ve Göbekli Tepe’de gözlemleyebildiğimiz şey tam olarak budur.

Her şeyden önce, ne astronomların ne de arkeologların   anlaşılabilir bir yanıt sağlayamadıkları soruyu ele alalım: ‘Göbekli Tepe’deki sayısız tilki imgesi ne anlama gelebilir?’

Bu soruya yanıt araştırırken, Afrika’daki Dogon kabilesi ile yıllar geçiren Fransız etnograf  Marcel Griaule tarafından yazılan kitabı hatırladım. Kitabında, Sirius yıldızı üzerine  çarpıcı bir şekilde doğru astronomik verilere, ayrıca Dünyanın yaratılması hakkında kozmogonik mitlere dayanan Dogon inanç sistemini özenle tanımladı. Kitabın adı Soluk Tilki, efsaneye göre Sirius’tan gelen ve Dünya’yı ve Dogon halkını yaratan düşmüş Dogon tanrısı Ogo’nun adıdır. Başka deyişle, o maddi insan bedenleri dahil maddi dünyayı yarattı.

Dahası, Dogon insanları Güneş Sistemimizin iblis varlık Ogo’nun plasentası olduğunu düşünürler ve Dünyayı “Ogo’nun göbek bağının plasentası ile bağlandığı yer” olarak görürler. Ogo karakteristiklerinin en eski zamanlardan bu yana “bu dünyanın prensi” denilen Lusifer’inkine çok benzer olması ilginçtir. Başka bir deyişle, o tam olarak bu maddi dünyanın prensidir, bu nedenle hayvani prensip burada hüküm sürer. Daha sonra yine Sirius’tan gelen tanrı Nommo da Dünyaya katıldı. O tilki Ogo’yu yendi ve Dogon insanlarına bir açk alanlarda bilgi sağladı. Bundan dolayı, yine, insanlığın kendilerindeki “canavarı” veya hayvan doğasını yenebilmesi için, üstün bir varlık tarafından insanlığa Bilgi aktarımı eylemini görüyoruz. Tilki – zeki ve kurnaz yırtıcı bir hayvan – tam olarak hayvan doğasının bedenlenmesidir. Bu nedenle, insan doğasının ikili olduğunu görüyoruz ve kadim insanlar bunun çok iyi farkında idiler. Bu arada, Dogon insanları Nommo’nun bir kez daha geri döneceğine inanıyorlar.

B Çemberindeki iki merkezi T – şekilli dik taşın yanlarında, hayvan doğasını sembolize eden tilki imgesini görebiliriz. Bu sütunlar birbirine karşıt yerleşikler, önceden bildiğimiz gibi, insan varlığını temsil ediyorlar.

  Çember B. Sütun 9                                                            Çember B. Sütun 10

Kadim Mısır’da insan varlığının sembolik olarak Tau haçı ile tasvir edilebildiği not edilmelidir. Aynı zamanda,  onun üzerine bir çember eklenirse, ruhsal yolu izleyen bir insan varlığının sembolü olan Ankh haçı ortaya çıkar. Yine de, sütunların yan taraflarında neden hayvanlar tasvir ediliyordu?

 

                                                                                 

 

 

 

  Tau haçı 

 

 

 

 

 

 

 

 

      Ankh haçı versiyonları

 

 

 

A. Novykh tarafından yazılan AllatRa kitabında, insan varlığının son derece karmaşık olduğunu okuyoruz. Soldaki resimde görebileceğimiz gibi, insan varlığı Tanrının dünyasından bir parçacık olan Ruhun etrafında inşa edilmiş piramit şeklinde bir enerji yapısına sahiptir. Yapı 6 alt boyutta yerleşiktir. Piramidin yanları dört insan Veçhesidir. Kadim zamanlardan bu yana Veçheler farklı karakteristikleri olan hayvanlar şeklinde tasvir edilmektedir. Örneğin, Sol ve Sağ Veçheler saldırgan vahşi hayvanlar şeklinde tasvir ediliyordu ve insan varlığının ilgili yanlarına yerleştiriliyordu. Bu tür hayvanların imgeleri, ziyaretçinin daha saf olmasının ve hayvani arzularını dışarıda bırakmasının beklendiğinin hatırlatıcısı olarak tapınak kapılarına konuluyordu.

 

Aynı şey Göbekli Tepe’de gözlenebilir

Tapınak girişinin önünde U – şekilli taş

Sanatsal yeniden çizim

Tapınağın kutsal alanına girmek için, ziyaretçi önce her bir yanında hayvanlar olan dar kapından geçmek, arkeologların dromos adını verdikleri uzun koridordan yürümek ve bir labirentten geçmek zorunda idi. Böyle uzun bir yol insanın daha saf olması ve duaya duyarlı olması için gerekli idi. Bundan başka, yol insan varlığının kendi gerçek özüne doğru zor ve çoğu zaman labirent benzeri karmaşık yolcuğunu sembolize ediyordu.

Tapınak kompleksinin iç alanı ayrıca çoğunlukla saldırı duruşlarında tasvir edilen saldırgan hayvanların imgeleri ile doludur. Hayvanların bazıları bütün figürler olarak taşa kazılıdır, diğerleri sütunlara kazılmıştır.

Yaban domuzu

Kurt

Aslan

Bundan başka, Göbekli Tepe sitesinde erekte olmuş cinsel organı (yaşamın sembolü) olan erkeklerin bir çok imgeleri ve figürleri bulunuyor. Arkeologlar böyle figürlere ithyphallic (şehvet düşkünü) adını veriyor. Bunun yanısıra, Klaus Schmidt tarafından tanımlandığı gibi sayısız imgeler var:B

Bir yarısında (kireçtaşı levhanın) fark edilebilir yılan-benzeri plastik imgeler varken, ikinci yarısında insan poposu şekli var.

 

 

 

 

Benzer kıvrımlı motifler bir çok kadim kültürlerde bulunuyordu. Bu konuyu Cucuteni-Trypillian uygarlığı makalesinde dikkate aldık: antropomorfik plastik sanat ve kutsal anlamı. 

 

                                                                    

 

       

 

 

 

 

 

 

 

Yılanlı taş idol       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yılan imgesi

 

 

 

Kısaca, bu tür eserler, kadim insanların cinsel enerjinin ve bazı ruhsal uygulamalardaki önemli rolünün bilgisine sahip olduklarını kanıtlıyor. Hayvan zihni sisteminin insanların dikkatini ruhsal yoldan çevirmek ve insanın gücünü tamamen farklı kanallara yönlendirmek için bu konu hakkında spekülasyon yapmayı sürdürmesi nedensiz değildir.

Şimdi bir başka ilginç eseri ayrıntılı olarak dikkate alalım. Bu Sütun 18’dir – neredeyse Akbaba Taşına zıt olarak D Çemberinde bulunan iki çift merkezi sütundan biri.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çember D. Sütun 18 ve büyütülmüş parçaları.

AllatRa kitabında verilen İlksel Bilginin perspektifinden bu sütunun sembolizminin şifresini nasıl çözebiliriz?

Taş dikdörtgen taban maddi dünyayı sembolize eder. Ancak, üzerinde ördeklere benzeyen su kuşları var. Su kuşları su elementi ile ilişkilidir ve aynen suyun kendisi gibi, ruhsal geleneklerde, ruhsal uygulamalar sırasında bilincin değişmiş hallerine dalmayı sembolize ederler. Su kuşlarının sayısı (7), insanın ruhsal dünyayı keşfetmeye başladığı ve ayvan zihninin güce sahip olmadığı boyutu sembolize eder.

T – şekilli sütun taban üzerinde duruyor. Ellerin varlığına bakılırsa, bu bir insan varlığını sembolize ediyor. Tilki, hayvan doğasının sembolü olarak yan tarafta tasvir ediliyor – her insan varlığının  karanlık, yine de devredilemez parçası. İnsan figürünün kemerinde, bu insanın kendi hayvan doğasını kontrol ettiğini gösteren bir tilki postu var. Figürün avuçlarının pozisyonu da semboliktir: avuçlar Hara çakranın yerleşik olduğu noktada göbeğin alt kısmında duruyor (Hara akrası ruhsal uygulamalarda kullanılıyor).  Bu, insanın cinsel enerjisini kontrol ettiğinin göstergesidir. H – şeklindeki semboller çeşitli versiyonlarda kemerde tasvir ediliyor.

Figürün ön tarafında, neredeyde solar pleksus bölgesinde, kadim AllatRa sembolü var – boynuzları yukarıyı gösteren bir hilal ve üzerinde bir daire. Daha iyi bir anlayış için, AllatRa kitabından bir kaç alıntı yapayım:

Bu sembolün ismi – AllatRa – onun gücünün niteliğini anlatır. İnsanlığın şafağında, ilksel Bilgi sayesinde insanlar Bir’i (her şeyi Yaratan) biliyordu, Onun tezahürlerini Ra sesi ile tanımlıyorlardı. Ra’nın üretici gücüne – ilahi dişil prensibe, varoluştaki her şeyin (kadın) Atasına – başlangıçta Allat deniyordu. Bu nedenle, spiritüel Bilgiye inisiye olan insanlar bu orijinal AllatRa sembolünü her şeyi yaratan Bir’in yaratıcı gücünün sembolü olarak adlandırmaya başladılar.

AllatRa sembolü altıncı boyutun üzerindeki boyutlarda çalışır ve bu onu bu dünyadaki insanlar için elde edilebilir olan o bir kaç eşsiz çalışan semboller ile aynı sıraya koyar… Bu nedenle, AllatRa sembolü insanın kendisinde Allat’ın güçlerini, Tanrının Kendisinden gelen gücü muhafaza etmesini ve çoğaltmasını sağlayan ve anında yaradılışa, yani Onun planının yerine getirilmesine yönlendirilen gerçekten güçlü bir semboldür. Kutsal anlamda bu sembolün Allat vasıtası ile Tanrının gücünün bedenlenmesi olduğunun düşünülmesinin nedeni budur. 

AllatRa sembolü ayrıca Ruhsal Dünyadan (diğer, üstün dünya) bu maddi dünyaya gelen, kayıp ilksel Bilgiyi yenileyenleri tanımlamak için kullanılır.

Son alıntı bu dik taşın Bilgiyi yenilemek için geleni bedenlediğini ileri sürüyor, bu dik taşa zıt yerleşik olan Sütun 43 bu tür bir olayın gerçekleştiği tarihi belirtiyor. Buna rağmen, neden H – şekilli sembol işaretin üzerinde tasvir edilen kemerdeki sembole benziyor? En olası olarak, bu sembol Bilgi aktarımının sürekliliğine işaret ediyor. Mantığı anlamak için,  Shambala’nın Sensei’si 4 ncü Kitaprtan alıntılar yapayım:

‘Sakh’ sözcüğünün Kadim Mısır’da bir çok anlamı vardı. ‘Sakh’, ‘aydınlanma’ anlamına geliyordu. Aynı sözcük, yıldızların kralı olarak düşündükleri Orion takımyıldızını refere ediyordu. Bu arada, çoğunlukla Orion ismini Osiris’e de eklediler, Osiris’in eşi İsis Sotis olarak adlandırılıyordu (Sirius yıldızı, Dünyaya en yakın olan). 

Örneğin, Orion takımyıldızına tanrı Osiris’in ruhu diyorlardı. Sotis veya bizim dilimizde Sirius Osiris’in sadık eşi tanrıça İsis’in ruhu idi…

Aslına bakılırsa, Allat’ın anlamı evrenseldir. Gerçekte o dünya dışı kaynaklı bir sözcüktür. Bize Phaeton’dan geldi, Phaeton’a Sirius’tan geldi ve Sirius’a daha ileri uygarlıklardan geldi. 

Bilindiği gibi, tanrı Osiris bir zamanlar insanlığa Bilgiyi getiren ve Mısırlıların Orion ile ilişkilendirdikleri gerçek bir insan idi. Buna rağmen, Bilgi Sirius’a nereden getirildi ve neden Osiris’e çoğu zaman Orion deniyordu? Başka bir kitapta – Ezoosmos – bir ipucu var:

Shambala Hükümdarının tamga’sında, bir piramit ve içinde göz olan benzer bir lotus çiçeği vardır, ama bu göze, Pravi ve Navi tamgalarının toplamında olduğundan çok daha büyük boyutta bir taş konulmuştur. Bu Shambala’yı ifade eden “her şeyi gören Göz” sembolüdür. Aynı zamanda, piramidin üzerinde, orta taç yaprağında ona daha da ilginç bir taşın sabitlendiği küçük bir göz bulunur. Onun yoğunluğu elmasınkini çok aşar. Daha büyük taşlar ile karşılaştırıldığında, onun küçük boyutu, hiç bir şekilde onun önemini azaltmaz. Bu Po parçağı gibidir ve onun içinde kuşatılan güç tükenmez. Bu çakıl taşı Tanrının “her şeyi gören Göz” dahil her şeyin üzerindeki mutlak gücünü sembolize eder…. Shambala Hükümdarının tamgasında, lotus çiçeği, üzerinde bir üçgen oluşturan üç büyük taşın bulunduğu yuvarlak bir cevhere bağlanmıştır. Bu taşlar küçük çakıl taşlarının verildiği Orion takımyıldızını sembolize eder…  Bu taşlar ilahi üçlüye, yaşam ve ölüm üzerindeki güce işaret eder. Sıradan dünyada, bu işaret ayrıca Kase İşareti olarak adlandırılır… .Aslında, lotus çiçeği dahil cevherin üzerine çizilmiş semboller kompleksinde, insan dünyasındaki spiritüel olan her şeyin Shambala’dan geldiği gerçeğinin göstergesi olarak tüm dünya dinlerinin sembolleri vardır… Bundan başka, cevherin her bir yanında tamganın en son yenilenmesi sırasında dekorasyonlar olarak yapılan Mısır temasında heykelsi izler vardır.

Dolayısıyla, Sütun 18’deki H – şekilli sembol, Orion sembolü olarak, Bilginin getirildiği yere işaret ediyor. Bu nedenle, Bilgiyi getireni sembolize eden AllatRa sembolünün üzerinde yerleşiktir.

Sonuç olarak, Orion hakkında bir kaç astronomi gerçeğine değinelim. Güneş Sistemimizin Evrendeki astronomik adresinin ne olduğunu sorgularsak, Samanyolu galaksi diskinin derinlerinde, Orion Kolunda bulunduğunu keşfedebiliriz. Bundan başka, takriben 13,000 yıl önce Orion neredeyse Dünyaya olası en yakın uzaklıkta idi.

Son Söz

Güzelliğe bakmaktan zevk alıyoruz.

Yine de güzellik değil, öz önemlidir.

Güzellik nedir? Anlık.

Sadece özümüz ebedidir ve yok edilemez.

 – RUMİ

Yukarıdaki bilgi ile görebileceğimiz gibi, Göbekli Tepe kompleksi çoklu fonksiyonları gerçekleştirdi: bir kült site, tapınak, mabet, gözlemevi ve Bilgi deposu idi. Binlerce yıldır var olan kompleks zaman zaman geliştirildi ve genişletildi. Ama, belirli nedenlerden dolayı, MÖ 8 nci binyılda kapatıldı ve kum ile örtüldü. Muhtemelen, yeni bir çağ başlıyor .. Bu nedenle, Göbekli Tepe 10 bin yıldır önemsiz bir tepeye dönüştü. 1994’te Göbekli Tepenin yeniden hayata dönüşü gerçekleşti ve 1995 ten başlayarak, sayısız zorluklara rağmen, anıt kapsamlı şekilde kazılmaya ve incelenmeye başlandı. Her şey Klaus Schmidt’in liderliği sayesinde mümkün oldu. Maalesef, 2014’te trajik bir kaza yaşamını kısalttı ve o zamandan beri kazılar askıya alındı. Sonuç olarak, sitenin sadece %5-10’u kazıldı ve anıt şimdi yeni araştırmacıları ve isteklileri bekliyor. Göbekli Tepe kumların altında kaç tane sır gizliyor ve bu neyi maskeliyor?

Umarım, insan açgözlülüğü ve aptallığı antik çağın bu muhteşem anıtını mahvetmekte başarısız olurken, böyle hevesliler ortaya çıkar. Üzücü emsaller ortaya çıktı: 2010’da Göbekli Tepe sütunlarından bir tanesi çalındı. Onu nasıl dilim dilim ettiğiniz önemli değil, dünya en sonunda sırlarını insanlığa ifşa ediyor ve ısrarlı arayıcıları binlerce yıldır yerkürenin derinlerinde bekleyen güzel eserler ile sevindiriyor. Buna rağmen insanlık böyle eserlerin başlangıçtaki özünü tahmin edebilecek mi ve insanlar elde edilen bilgileri nasıl kullanacaklar? Bu yalnızca insanlığa bağlı! Bu nedenle Son Sözün başlangıcında büyük Türk Sufi şairi Celalettin Rumi’nin şiirinden alıntı yaptım.

Bu kapsamlı materyali bitirirken, Graham Hancock’un sözlerini tekrarlamak istiyorum: KADİM İNSANLARDAN ÖĞRENECEK ÇOK ŞEYİMİZ VAR!!!

Point of View analiz ekibi ile birlikte Sviatoslav Sergeyev (Kiev, Ukrayna) tarafından hazırlanmıştır.

(Çeviri: Saffet Güler)

https://rgdn.info/en/gbekli-tepe._o_chm_molchit_puzatyy_holm._istoriko-astronomicheskoe_issledovanie